Anasayfa
ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM (2)
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Cuma, 25 Aralık 2015 17:07
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3571
ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM ( 2 )
Bir önceki yazımda ender yaylalardan biri olan Büyükkarapınar yaylasındaki ekin/harman zamanından kesitler vermiştim. Bu yazımda yaylada oba zamanını anlatacağım. Benim çocukluğum yayla zamanının en iyi en şaşalı geçtiği yıllara rastlar. Ayrıca ben bu yaşamın bir parçası da oldum zaman zaman, davar güdüp çobanlık yaptığım yıllar oldu.
Mayıs sonunda, Haziran’da topluca köylü olarak Yayla’ya çıkılır, hayvanlar otlatılır, tarlalar nadas edilirdi. Paşapınarı ve İnöğü tarafı nadasa bırakılırken Mezarlık Gediği’nin kuzeyi Akpınar’a kadar olan Oluklu tarafına ekin ekilirdi. Ekinler olgunlaşıncaya kadar köyün malları nadasa bırakılan tarafta kalırdı.
Yayla’da düzeni Deştivan sağlardı. Ot verme işi bittikten sonra yavaş yavaş tarlalar nadas edilir. Köyün davarı ( keçi koyun karışımı ) nadas yapılan yerlere gelir onlar da taze otlardan nasiplerini alırlardı. Ot verme işi bitince bütün davarlar serbestçe nadas alanlarında ve meralarda dolaşırdı. Obaya göçme işi-köyden yaylaya çıkış ve ot verme işi ile başlardı. Otverem işi: Goyaklar dahil Mezarlık Gediği’ne kadar olan Elmayurdu tarafındaki arazinin gün gün hayvanlara otlama amaçlı kısım kısım verilmesi ve bu süreçte büyükbaş hayvanları ile tarlaların nadası bitirme olayıdır. Ot verme işinde düzenlemeyi Köy İhtiyar Heyeti kararı çerçevesinde Deştivan yapardı.
Herkesin bir obası vardı. obada yatılır kalkılır, günde iki defa davarların sütü sağılırdı. Sağılan sütler bir obada toplanır ve haranılarda kaynatılarak yoğurt yapmaya hazırlanılırdı. Haranılar kazanın biraz küçüğüdür ve geniş ağızları olduğu için güzel kaymak tutardı. Süt pişirmenin de kendine göre bir usulü ve tekniği vardı. Ağır ağır pişirilince güzel kaymak tutardı. Her evin birkaç keçi ve koyunu olurdu, yaklaşık bin civarında bizim aşağı, 800 civarında da yukarı mahallenin koyun ve keçi varlığı olurdu. Öteki mahallenin davarları iki mahallenin sürüsüne dahil edilirdi. Sürüler nadasa bırakılmış tarlalarda geceleyin yatırılır, tarlanın doğal hayvan gübresiyle veriminin artırılması sağlanmış olurdu.
Bizim İnöğü’ndeki obamız iyi bir konumda babam Ahmet Usta tarafından yapılmış güzel, tek odalı, kapısız bir oba idi. Genelde bütün obaların kapıları yoktu, hırsızlık olayı da düşünülmezdi. Bizler obanın içinde, kapısı hiç olmayan obanın beş on metre dışında çivilerle bağlanmış olarak sığırlar yatardı.
Obamızın bulunduğu yer geniş bir mandaldı. Orda Çalışkan Hüseyin, Gök Mehmet, Akgülü amcaların ve Kiya’nın Ali’nin biraz ilerde özün öteki yakasında Gamılı Abdullah’ın, Koca Mustafa’nın ve Dındın Koca’nın obaları vardı. Akpınar tarafından gelen özün bizden yakasında Küçük Hacı Emmi’nin ve hemen özün kenarında da Gucuş’un İsamail Emmi’nin obaları kümelenmişti.
Bizim çocukluğumuzda obalarda canlı bir hayat vardı. Kız ve erkek çocuklar birlikte oynar birlikte “gıllıncağa” biner eğlenirlerdi.
Deveçökeği denilen bu mekânda şimdi daha kaybolmamış, yaşlanmış ihtiyarlar gibi bitmiş tükenmiş, kamburlaşmış hâlâ yaşayan bir armut ağacı yerinde duruyor. Hemen altındaki söğüt ne alemde hatırlayamadım. En son 2012’de gitmiştim o topraklara Obamızı ve obaları aradım ama yerinde izini bile bulamadım. Yok olmuşlardı. Tarlaların örtüsü değişmiş, çoğu yerleri meyve ağaçları ve avar tarlaları hâline dönüştüğünü gördüm. Acıelma diğer pınarlar gibi yağmalanmış yok olmuştu. Doğallık bozulmuş yer yer obaların yerlerine iki katlı plansız programsız geliş güzel evler yapıldığını gördüm. 25-30 yıl içinde bin yıllık doğal doku değişmiş, su kaynakları ile oynanmış, pınarların özellikleri yok edilmiş, eski köy düzeni bozulmuş, herkes kendine göre işine geldiği şekilde Yayla’da yeni bir düzen kurma arayışı içinde. Ne var ki, bizim içinde güvenle yattığımız, zaman zaman yağmurdan, doludan, soğuktan korunduğumuz ve sığınak olarak barındığımız ana baba yadigarı obamız yok olmuş. Oba’nın-düz çatısının- örtüsünün/ağaçlarının odun amaçlı gitmesi bir tarafa taşlarının da yok olması beni derin bir hayal kırıklığına uğrattı. Orada çocukluğumun izlerini bulamadım, yatıp katlığımız obamız yok edilmiş, çalınmıştı. 25.12.2015. Hasan ŞİMŞEK
ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM (1)
- Detaylar
- Kategori: Büyükkarapınar Yazıları
- Yayın tarihi: Cuma, 25 Aralık 2015 17:35
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2628
ÇALINAN ÇOCUKLUĞUM ( 1 )
Her köy çocuğunda olduğu gibi bizim de çocukluğumuzun büyük bir kısmı yılın dört mevsimi dağlarda ve yaylalarda geçerdi. En fazla mekân olarak kaldığımız iş tuttuğumuz yer, dedelerimizden kalma bir tarla olan İnöğü (İnönü )’deki Acıelma denilen pınarın yaklaşık iki yüz metre güneydoğusunda kalan mevsimine göre oba ve harman olarak kullandığımız Hacı Hasan’ın Düz’deki Oba’nın Önü adı verilen tarlamızdı. Bu tarladaki obamızın ve harmanın bende sayılamayacak kadar çok hatıraları vardır. Harman öncesi Goyaklardan, Beypınarlarından Sulanlardan ve diğer tarlalarda biçilen ekinler toplanarak eşek sırtında Acıelma’nın önündeki bu harman yerine taşınırdı. Ekinler biçilip taşınmadan önce burada sapların sürülüp ezileceği geleneksel ölçülerde bir harman yapılırdı. Harman düz bir alanda, yaklaşık 6- 7 metre yarı çapında bir alanın yüzeyinin pürüzlerden temizlenerek ve üzerinden su geçirmek suretiyle toprağın yuvakla pekiştirilmesi, temiz ve düzgün bir alan yapılması şeklinde tanımlayabileceğimiz ekin destelerinin toplanıp istiflendiği yerin ortasındaki bir sahadır. Yaylada ekinlerin biçilişi harmanın kenarında toplanması ve dövene koşulan öküzler tarafından sürülüp sapların mala denilen ezilmiş ufalanmış hâline getirilmesi oldukça zahmetli bir iştir. Ekin biçilme işi rakımı yaklaşık 700-800 m olan sahil sayılan Büyükdüze göre yaklaşık bir bir buçuk ay sonra başlar. Çünkü Büyükkarapınar Yaylası, Taşeli Platosu’nun orta kısmında kuzeyden güneye doğru uzanan 1600-1650 metre yüksekliğinde, dağ katmanları arasına sıkışmış yaklaşık uzunluğu 5 km, eni 2 km civarında bir alana yayılmış ora ölçülerine göre genişçe bir düzlüktür. Bizim yaylamız, çevresindeki kaya katmanları arasındaki düzlük alanlar, goyaklar ve meralarla birlikte tam yayla kriterlerine uyan buz gibi su kaynaklarını da içinde barındıran bir yerdir. Bu düzlüğün tam ortasından ekvator çizgisi gibi dümdüz bir yol geçer kuzeyden güneye, yol kenarında yabani armutlar (ahlatlar ), karamuk çalıları ve yer yer kenarlarında çakıl yığınlarının da olduğu bir yoldu. Bu yol eski tarihi kervan yolarından biridir. Davdas Çal’ından gelen yol ile Davdas-Selme ve Ardıçyüzü hattından gelen yol ile birleşirdi Öte Yayla dediğimiz Oluklu adı verilen bir de su kaynağı-teknesi ve oluğu da bulunan mıntıkada geçerdi. 1960’lı yıllara kadar kullanılan bu kervan yolu Konya Ovası’nı Alanya’dan denize bağlayan yollardan biridir. Modern yollar ve motorlu araçlar çıkıp yaygınlaşınca bu yollar önemini yitirdi ve günümüzde kaybolur hâle geldi.
Yaylada ekin biçimine temmuz sonunu ile ağustos ayının ilk haftasında başlardı. Zorlu bir kış ve erken gelen bir baharı olurdu. Harman zamanı, henüz köylerde fasulye yeni çıkmıştır, salatalık yetişmiş olsa da domates daha olgunlaşma aşamasına gelmemiştir. Ekinler biçilip harman sürme aşaması sürecinde Ağustosun onundan sonra domateslerin kızardığı, Aşağı Meriş’te üzümlere ben düştüğü bir zaman sürecinde yayladan köye inip çıkmalar sıklaşırdı. Harmanların atılıp tanelerle samanların ayrıldığı zamanda, mahsulü yani saman ve buğdayı köye taşımak için ciddi bir yol trafiği başlar, köy ile yayla arasında yük taşıma seferleri günde ortalama beş defa filan olurdu. Yayladan köye inişi kolay, çıkışı yokuş olduğu için çok zor olurdu. Oldukça dik bir yokuş, Yatak’ tan Z yapan rampalarla İledenlik’in içinden Yolayırtı’na kadar soluksuz çıkmak ve yukarıda Sekmeği aşarak Paşapınarı’na ya da İnöğü’ne varmak hem de günde beş defa bugünün şartlarında çok zor zahmetli bir iş olsa gerek. Bizim nesil ve bizden öncekiler ve bir sonrakiler bu zahmeti/eziyeti yaşadı ve coğrafya ile yaşam mücadelesi verdi. Buğdayın çok olduğu yıllarda Yörüklerin develeri ile Tuzluk üzerinden İznebol yaylasından, Killik denilen yerden Güvercinlik ve Büyükseki’den köye indirdikleri yıllar olurmuş.
Yaylada gönen etmek, ekin biçmek ve döven sürmek köy vadisine göre daha mahrumiyetli ve güç işlerdi. Yaylada harman zamanı öküzlerin dövene (düğen ) koşulması sabahın ezan zamanı idi. Gün mızrak boyu çıkınca köyden gelen yiyeceklerimize kavuşur sıcacık yemeklerimizi acıkmış olarak yerdik. Her sabah düzenli yiyeceklerimiz hazırlanmış olarak köyden zamanında gelse de biz hep düven sürdüğümüz yerden acıkınca Yellice tarafına yola bakarak koruluktan düzlüğe çıkışlarını dört gözle kontrol ederdik. Uzaktan görününce sevinirdik.50-55 yıl önce köylerde yiyecek son derce kıttı, insanlarımız doğru dürüst bugüne göre yarı aç yarı tok yaşamaya zorlanırlardı. Çevre il ve ilçelerle motorlu taşıt bağlantısı olmadığından ürünlerin bir yerden diğer yere nakli, mal dolaşımı yok denecek kadar azdı. Diğer önemli bir unsur ise diğer köylerimizde olduğu gibi insanlarımızın satın alma gücünün oldukça zayıf olması idi. Ancak baharda ve yazın başlangıcında davarlardan sağlanan süt ve süt ürünleri ile kümes hayvanlarından sağlanan yumurtalar temel besin maddeleri idi. Bunlar klasik buğday unundan yapılan ve içine katkı maddesi olarak konulan, keş, acı kaymak, ceviz, patates, kavurma gibi çörek, biççi, sıkma gibi temel besin maddelerini de sayabiliriz. Bizim köyün diğer köylerden farklı bir yönü de Köyüm Büyükkarapınar kitabında ayrıntılı açıklamasını yaptığım gibi Kozbaşı, Göl, Mulduras, Selme gibi geniş alanlardaki tarlaların bizim köye ait olmayışı ve Üzümlü (Davdas ) ve Elmayurdu (İznebol ) köylülerinden satın alarak yıllık kazançlarını hatta gelecek yıllara uzanan borçlarını adı geçen bu köylülere tarla satın alma nedenleri ile yatırmış olmaları köylülerimizi geçici de olsa sıkıntıya sokmuştur.