Anasayfa
AHMET TUFAN ŞENTÜRK’Ü ANARKEN
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Çarşamba, 10 Mayıs 2006 12:11
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 2897
AHMET TUFAN ŞENTÜRK’Ü ANARKEN
HASAN ŞİMŞEK’İN KONUŞMA METNİ
Değerli konuklarımız,
Bugün 10 Mayıs 2006 saat 11.00 , geçen yıl bugün yöremizin yetiştirmiş olduğu en büyük şairlerden biri olan Ahmet Tufan ŞENTÜRK’ü burada, köyünde Esentepe’de toprağa verdik. O 9 Mayıs 2005 Pazartesi saat 14.30’da Ankara’da vefat etti. Yakınları ve sevenleri isabetli bir kararla cenazesini buraya, doğduğu köy olan Esentepe’ye getirerek bu mezarlığa koydular. O şimdi Esentepelilere daha çok yakın. Artık yalnız değil, hiçbir zaman kopamadığı, koparılamadığı köyünde ölüleri ile dirileri ile birlikte iç içe yatıyor, yaşıyor. Ruhu şad olsun.
Değerli konuklarımız,
Biz ERÇEV olarak her yıl Dil Bayramı etkinlikleri çerçevesinde Ermenek’e geliyor ve Balkusan’daki törenlere katılıyoruz. Amacımız etkinliklere destek vermek, yöremizin tanıtılmasına katkı sağlamaktır. Biliyorsunuz Balkusan’da yatan Karaman Bey’in oğlu Mehmet Bey’dir. Karamanoğlu Mehmet Bey, Türk dili ile ilgili çıkarmış olduğu meşhur fermanı “Bugünden sonra divanda, dergahta, bargahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır. 13.05.1277 ” kararı siyasi bir karardır. Yönetimle ilgili bir karardır. Bilinçli bir karardır. Çünkü bu yörede yaşayan aşiretlerin dili Selçuklu Sarayı’ndaki gibi ne Farsça’dır, ne de medrese dili olan Arapça’dır. Ne de yerli halkın bir kısmının konuştuğu Rumca’dır. Öz be öz Türkçe’dir. Nasıl bir Türkçe? Yunus Emre’nin Türkçesi, Karacaoğlan’ın Türkçesi, Fil Ahmet’in, Ali Ağa (Alevi)’nın, Hasan Rüştü ( Kel Şair)’nün ve günümüzde de Ahmet Tufan ŞENTÜRK’ün Türkçesi’dir. İşte yöremizde yetişen çoğunun adlarını dahi bilemediğimiz yüzlerce şair, yazar Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanının alt yapısını doldurmuş, ana dilimiz Türkçenin gelişip yaygınlaşmasına, zenginleşmesine katkı sağlamışlardır. Ahmet Tufan ŞENTÜRK bunlardan biridir, hem de en önemlilerinden biridir. İşte ERÇEV olarak bu nedenle buradayız. Onun büyüklüğünü ve Türk diline olan hizmetini yöreye ve gençlerimize anlatmak için buradayız. Bu amaçla geldik buraya. Anma projemizi Kaymakamımız Sayın Fatih Çobanoğlu’na telefonla anlattığımızda bize hiç tereddüt etmeden her türlü desteği vereceği sözünü verdi. Bu programı gerçekleştirmemizde büyük katkıları ve destekleri oldu. Huzurunuzda bir defa daha kendilerine teşekkür ederiz.
AHMET TUFAN ŞENTÜRK’ÜN ÖZ GEÇMİŞİ
1924 yılında Karaman’ın Sarıveliler ilçesine bağlı Esentepe (Lamos) Köyünde doğdu. Babasının adı Ali, annesinin adı Fatma’dır. Fakir bir ailenin çocuğudur. Ailesinin maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle okula geç başlamıştır. Ankara’da memur olan Mustafa ağabeyinin yanına okumaya gider. İlkokulu okumak için Ankara’nın Solfasol Köyü ilkokuluna kaydolur ve ilkokulun ilk üç yılını bir yılda tamamlar. Daha sonra Göktepe Kasabası yatılı okuluna kaydolur ve ilkokulu burada tamamlar. Ortaokulu Bilecik’te yatılı olarak okur ve Liseyi de İstanbul’da Haydarpaşa Lisesinde yatılı olarak bitirir. Askerliğini yedek subay olarak tamamladıktan sonra Ankara’da İl Özel İdare Müdürlüğünde memur olarak göreve başlar. 1959 yılında Fahriye hanımla evlenmiştir. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesini de bitiren şair, Özel İdare Emlak ve İstimlak Müdürü iken 1975 yılında emekli olmuştur. 1976 yılında eşi vefat eden A. Tufan ŞENTÜRK Ankara’da Aşağı Ayrancı semtinde ikamet etmekte iken 09.05.2005 tarihinde Ankara’da vefat etmiş, cenazesi doğum yeri olan Sarıveliler İlçesi Esentepe Köyünde toprağa verilmiştir. Çeşitli dergilerde şiirleri yayınlanan şairin başlıca şiir kitapları şunlardır: Şarhoş Dünya, Mustafa Kemal, Allah Versin, Çakır Dikeni, Hepsinden Güzel, Sevgiyle.
Böyle bir başlangıç konuşmasından sonra, ben şairimiz Ahmet Tufan ŞENTÜRK’ün şiirlerinde yöreselliğin önemi ve Türkçemize olan hizmetleri üzerinde duracağım:
O, şiirlerinde köyünü, köylüsünü ve yöreyi anlatırken yörenin dilini kullanmış, sözcükleri yan yana dizerken ve onlara anlam yüklerken hiçbir sansüre tabi tutmamıştır.
BABACIĞIM şiirinde,
Orak nasıl tutulur, tarla nasıl kazılır,
Çarık nasıl gözenir bilirdim de
Yazı nasıl yazılır bilmezdim...
Düven sürerken,harman atarken,
Çeçi bir yana, samanı bir yana ayırınca
Nasıl sevinirdim...
Ablam tozluyu çalkalardı,
Annem dene ayıklardı kenardan,
Sen saman basardın babacığım,
Ben buğday ölçmeyi severdim...
Şairimiz “BABACIĞIM” adlı şiirinin bu bölümünde yöresel kelimelerle harman zamanı, orada olup bitenleri bir fotoğraf makinesinin önümüze koyduğu netlikte gözümüzün önüne getirmeyi hayal dünyamızı netleştirmeyi sözcüklerle başarmıştır. Böyle bir tabloyu, bir fotoğrafı ancak çok usta şairler sözcüklerle ifade edebilir. Harman yerini bir fotoğraf netliğinde şiir dilinde dizelere dökerek anlatmak için usta şair olmak gerekir. Bu usta da Ahmet Tufan ŞENTÜRK’tür.
Aynı şiirinin devamında,
Üzümü,pekmezi,buğdayı verirdik borca,
Bize arpa,sirke,saman kalırdı.
Yağ yüzü görmezdik bütün kış,
Her gün soframızda aynı yemek,
Tarhana çorbası kınalı ekmek,
Buğday öğünmezdi değirmende,
Zenginler bile arpa ekmeği yerlerdi
Çocukluk yıllarının yoksulluğunu en acımasız bir şekilde,yalın ve anlam yüklü sözcüklerle anlatıyor. Onun çocukluk yılları savaş yılları, yokluk ve kıtlık yıllarıdır. Onun çocukluğunda, aile yaşamında anlattığı yoksulluk, fakirlik hemen hemen her ailenin bölgemizdeki günlük yaşamıdır. Dizelerdeki “Yağ yüzü görmemek, soframızda aynı yemek, tarhana çorbası, kınalı ekmek, arpa ekmeği” gibi yiyecekler yoksulluğun simgeleridir. Fakirlik, fukaralık bu sözcüklerle ancak derinlemesine anlam kazanır. Şairimiz de dizelerinde yoksulluğu, anlatılması mümkün olan en keskin kelimelerle anlatmış. Taşeli yöresi oldum olası fakır bir yöredir. Bu fakir yöreyi ve fakir insanları da şiir dilinde en iyi anlatan şair Ahmet Tufan ŞENTÜRK’tür. “BABACIĞIM” şiirinin bir dizesinde “Babacığım, bari ben okuyayım derdim.” demek suretiyle okumanın yoksulluktan kurtulmanın bir yol olduğu iletisini gençlerimize vermek, şiirlerinde onları okumaya yönlendirmek, büyük şair olmanın ötesinde aynı zamanda bir düşünür olmasından kaynaklanmaktadır.
Ahmet Tufan ŞENTÜRK, yöresel sözcükleri şiirlerinde en iyi kullanan ve ulusal dile armağan eden, günümüz Türkçesindeki sözcük sayısını artırmada katkı yapan ender şairlerimizden biridir. O yöresel yaşamın zorluklarını anlatan şiirlerinden birinde, “BANA SOR” şiirinde,
Gurbet nedir, hasret nedir,aşk nedir?
Çekmeyen ne bilsin, onu bana sor...
Döğme nedir,yemlik nedir,aş nedir?
Yemeyen ne bilsin onu bana sor...
Çoban oldum,dağda keçi otlattım,
Yarı gün aç, yarı gün tok yattım,
Ben derdimi dağa taşa anlattım
Neler çektim, neler gördüm, bana sor...
Geyecek, hem ahlat, gilik ve arpa
Şalgama, pancara ve sonra turpa,
Keçiler aç susuz, oğlaklar körpe,
Kimler ne yer, ne içerdi, bana sor.
Kışın sıcak külde gilik pişirdim,
Nohut kavurgasını döktüm deşirdim,
Tüfek,taşla uçan kuşu düşürdüm,
Açlık ne, avcılık nedir, bana sor.
(...)
Emmimgilin,dayımgilin peşinde,
Irgatlığa gittim on üç yaşında,
Çökelekli dürme gördüm düşümde,
Yokluk nedir,açlık nedir, bana sor...
Günümüz şair ve yazarlarından ERTAŞ Hocaya hitap ettiği bu şiirinde yöremizde kullanılan “çökelek, dürme, emmi, döğme, yemlik, geyecek, ahlat, gilik, deşirdim...” gibi basit ama o oranda anlam yüklü sözcükleri şiir dilinde kullanarak yaşam öyküsünü anlatması, onun güçlü bir şair olduğunun en belirgin özelliğidir. Diğer yandan da kıyıda köşede kalmış, unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş yerel sözcükleri cımbızla çeker gibi alıp şiirlerinde kullanması ve kullanılan Türkçeye kazandırması onun dilimize yaptığı en büyük hizmetlerinden biridir.
O, fakirliği, yoksulluğu, yaşamını, köyünü ve köylüsünü şiirlerinde sansürsüz anlatır. Şiirlerinde işlediği konuları anlatırken bir kuyumcu kadar titizdir. Duygularını yalın, anlam yüklü basit sözcüklerle ifade eder. Kelimelere ambargo koymaz, onun dünyasında her sözcük özgür ve anlamlıdır.
“ÇOCUKLUĞUM VE ÇOCUKLUK ARKADAŞLARIM” adlı şiirinde
Çaltıdikeni gibi saplandı canevime,
Korku dolu çocukluğum, daha da acı.
(...)
Sonra,çocukluk arkadaşım İsmail geldi,
Süleyman,Mahmut ve Abit geldi.
Beni,bana uzun uzun anlattılar;
Birlikte yemlik toplamışız dağdan,
Soymuk yalamışız,asma yaprağı yemişiz,
Kışın tipide donmuşuz,yazın yanmışız.
(...)
“Sen kendini unuttun, bizi unuttun”
Diye bağırıyorlardı hep bir ağızdan.
Oysa unutmamıştım ne kendimi,ne onları,
Belleğimden silinmedi hiçbir şey,
Böğürtlen üzümü,geven balı, çaltıdikeni,
Gözyaşım,alın terim,el emeğim, ekmeğim,
Unutan kim,değişen nedir, söyleyin?
diye uzayıp giden bu şiirinde çocukluk arkadaşları ile olan vicdani hesaplaşmasını anlatır ve günümüzde pek kullanılmayan ama yöremizde hâlâ geçerliliğini koruyan “çaltıdikeni, canevi, yemlik, soymuk yalamak, asma yaprağı, böğürtlen üzümü, geven balı, sırım yarası...” gibi sözcük ve sözcük gruplarını şiir dilinde kullanarak yazmış olduğu dizelere zenginlik katmış, şiirin temasını güçlendirmiştir. Ayrıca şiirlerinde sıkça kullandığı bu yerel sözcükler dün ile yarın arasında bir kültür bağı oluşturmuştur. Onun Toroslarla ilgili bütün şiirleri folklorik bir anlam ifade eder. Bu anlamda bir kültür köprüsüdür, dünü bugüne ve yarına şiirleri ile bağlamıştır.
O yalnız dünün yöresel şairi değildir, bugünün ve yarının ulusal ve evrensel şairidir. Toroslarda değişen sosyolojik yapı, teknolojik gelişmeler ve ekonomik ve sosyal hayattaki yenilikler, başkalaşım, kısaca, günlük yaşamada “geveninin, giliğin, yemliğin, geveceğin, sırımın, çarığın, çıranın, katıranın, harmanın...” anlam yüklü sözcüklerin günümüzde yok olmaya yüz tutması ve çoğunun ölmesi, ki sözcükler de zamanla ölürler. Şairimizin de şiirlerinin öleceği anlamına gelmez. Geçen yüz yılı anlatan şiirleri yukarıda da ifade ettiğim gibi gelecek yüzyıllara köprü olan, kültür bağı sağlayan folklorik değeri olan şiirlerdir. Onun, yalnız dünün değil bugünün ve yarının da şairi olduğunu bilmemizde yarar var.
“BİZE BİZDEN” şiirinde bunu net olarak görürüz.
Radyoaktivite sardı evreni;
Başladı can deri yeni baştan.
Doğal ürünlerden payımız çok az,
Mekanik konuşur, uzay çağında.
Toprak gerek,ürün kaldırmak için,
Tohum,motor,bilgi gerek
Çok geride kaldı öküz, kara sapan.
“İNSANLIK ŞARKISI 11” şiirinde, onun aktüel dünya olayları ile çok yakından ilgilendiğini görüyoruz.
Bir şarkı söyleyelim hep bir ağızdan;
İnsanlıktan, sevgiden, barıştan yana.
Yeter bu acı, gözyaşları bitsin,
Bitsin bu sonu gelmeyen kavgalar,
Bitsin, bu korkular, bu tasalar bitsin.
Bir şarkı söyleyelim hep bir ağızdan;
Çınlasın yeryüzü, denizler, gökler,
Kremlin duysun, Pekin duysun, Pentagon duysun.
O ne kadar öngörülü ki, küreselleşmeyi herkesten önce görmüş ve bu konuda onu evrenselliğe götüren şiirler kaleme almıştır. Üstelik bu şiiri ona Birleşmiş Milletlerden ödül de getirmiştir.
Özetlersek, o yalnız Torosların güçlü yöresel şairi değil, Atatürkçülük, vatan-ulus-bayrak sevgisi, yurt güzellikleri, köy özlemi, aşk, insan-çocuk-doğa sevgisi, barış ve özgürlük tutkusu, sosyal sorunlar, evrensel olayları şiirlerinde tema olarak işlemiş çok yönlü bir şairdir.
Ahmet Tufan ŞENTÜRK’e göre şiir, kelimelere ruh verebilme sanatıdır. Şiirlerinde herkesin anlayabildiği yalın, arı bir Türkçe kullanmıştır. Sözcükler onun şiirlerinde derinlemesine duygusal noktamızın doruklarına ulaşmıştır. Edebiyat dünyamızda “geven”e bile onun kadar anlam yükleyen, yokluğun, açlığın, susuzluğun, fakirliğin, kıtlığın simgesi olan bu dikenli çalıyı duygu dünyamızla bağdaştıran başka bir şair yoktur. Toroslardaki her bitki, her yaşam tarzı onun dilinde kullandıkları sözcüklerle derinlemesine anlamını bulmuş ve duygusal dünyamızda yerini almıştır.
Kendilerini saygıyla anar, Allah’tan rahmet dilerim. Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.
Hasan ŞİMŞEK
Esentepe, 10 Mayıs 2006
EDİP YAŞAR ALIÇLI
- Detaylar
- Kategori: Kim Kimdir?
- Yayın tarihi: Perşembe, 16 Mart 2006 11:11
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 3461
EDİP YAŞAR ALIÇLI
ERÇEV’E DESTEK VERENLER
( Birinci Bölüm)
ERÇEV’e destek veren çok değerli hayırsever hemşehrilerimiz ve Ermenekli dostları vardır. Ankara’da SANEM Matbaacılığın sahibi Edip Yaşar Alıçlı ERÇEV’e destek veren hemşehrilerimizin ilk sıralarında yer alır. O, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünü bitirince çoğumuz gibi devlet teşkilatında ve özel sektörde çalışmayı tercih etmedi. Serbest çalışmayı yeğledi. Ticaretle uğraştı. Yayın hayatına girdi. Matbaa kurdu, yayıncılık yaptı. Yabancı bilim kitaplarını Türkçeye tercüme ettirerek yabancı dil bilmeyenlerin yararına sundu. 1990-1995 yıllarında Ankara’nın her yönüyle en büyük matbaasına sahipti. Stresli günler yaşadı. By pass ameliyatı oldu. Matbaacılığın ağır ve hantal yönünü bıraktı. 25 yıllık mesleki bilgi birikimini ve tecrübelerinin tamamını harman ederek, Türkiye’de hiç yapılmayan dışarıdan ülkemize ithal edilen işleri Türkiye’de üretip geliştirdi ve sektörünün öncüsü oldu. Dünyadaki yenilikleri ve gelişmeleri yakından izledi, iyi para kazandı, müşterilerine kazandırdı. Kazandığı paralarla yatırım yaptı bir taraftan yenilik üzerine yenilik yaparak matbaacılık sektöründeki araç ve gereçlerin üretim çeşitliliğini arttırdı. Bugün SANEM Matbaacılık denilince sektöründe öncü, yenilikçi, kaliteli hizmet üreten güvenli ve dürüst bir firma akla gelir.
Edip Yaşar ALIÇLI,yalnız sektöründe öncü değil, Ermenek’e verdiği sosyal hizmetlerle de öncü hemşehrilerimizden başında yer alır. Onun Ermenek’te yaptırdığı ALİ RIZA ALIÇLI ÖZÜRLÜLER REHABİLİTASYON MERKEZİ’ne ve iş konusuna girmeden önce kısa bir biyografisine bakalım:
EDİP YAŞAR ALIÇLI KİMDİR?
Edip Yaşar ALIÇLI 1944 yılında bugünkü ALİ RIZA ALIÇLI Özürlüler Rehabilitasyon Merkezi’nin bulunduğu Meydan Mahallesi’indeki yerde bahçe içinde önünde harpıştası da olan mütevazı tipik bir Ermenek evinde doğdu. Annesi Ekmekçilerden Sıdıka Hanımefendi , Babası Karamehmetlerden Kâtip Ali Rıza lakâplı Ali Rıza ALIÇLI’dır. İlkokulu, 4.sınıfına kadar Rahmetli Ulvi ÇETİN , 5.sınıfı ise Rahmetli Nabi TOKER’in eşi Mebrure Toker Hanımefendilerde okudu. Ortaokulu Ermenek Ortaokulu’nda,Liseyi 2.sınıfın sonuna kadar Konya Lisesi’nde okudu. Bu arada menenjit hastalığına yakalandı. Oldukça tehlikeli bir hastalık olan menenjiti kazasız belasız atlattı. Babasının Akşehir’e Özel İdare Müdürü olarak tayini nedeni ile lise son sınıfı Akşehir’de okudu ve Akşehir Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne girdi. Bir yıl hazırlık sınıfında İngilizce okudu. İngilizcesi’ni ilerletmek ve okul harçlığını kazanmak amacı ile okul döneminin sonunda turistlere rehberlik yapmak için İstanbul’a geldi. Çeşitli zorluklarla karşılaştı. Turist rehberliği yapmak,, çevreyi tanıyıp bilmediğinden, tarihi mekânları ve müzelerin yerlerini öğreninceye kadar ki zaman sürecinde ona çok zor geldi. İstanbul’da Rahmetli Naci ve Abdullah KESKİN’den ve eniştesi Ramiz ERDEM’den çok destek gördü. Ankara’ya rehberlik işini başararak döndü. Ayrıca birkaç aylık okul harçlığını da çıkarmıştı. Bu başarıları ona öz güveninin gelişmesinde etkili oldu. Okulu bitirinceye kadar yazları artık hep İstanbul’a gidiyor, rehberlik yapıp okul harçlığının bir kısmını çıkartıyor ve İngilizcesini ilerletiyordu. Bu eylemleri ileride onun serbest piyasa ekonomisine girişini ve dünyaya açılmasına etken olacak olan fiiller olacaktır. Üniversitenin son sınıfında okurken meşhur 68 olayları başladı. Öğrenci olayları nedeni ile okulları sık sık uzun süreli kapatılıyordu. Bu dönemde boş durmadı. Hemşehrimiz rahmetli Vehbi KOÇAK Bey’in dershanesinde özel olarak Modern Matematik ve Modern Fizik dersleri verdi. O yıllarda Modern Matematik ve Modern Fizik derslerinin eğitim programlarına yeni girdiğini hatırlarsak Yaşar Bey’in özel ders öğretmeni olarak önemi daha iyi anlaşılır. Böylece ihtiyacı kadar olan parayı kazandı, zamanını değerlendirdi ve hayatını belirli bir düzene soktu.
MEMURİYETTEN NİÇİN AYRILDI?
(2.Bölüm)
Edip Yaşar ALIÇLI Bey’e iş hayatına nasıl başladığını, neden devlette ve özel sektörde çalışmayı tercih etmediğini, ilk işini nasıl kurduğunu, karşılaştığı zorlukları sorduk. İşte yanıtları:
-1970 yılında üniversiteyi bitirdiğimde aldığım burstan dolayı Makine Kimya Endüstrisi Kurumunda Makine Mühendisi olarak işe başladım. MKE Kurumu daha önce işe müracaat etmeme rağmen ben 01.01.1971 günü işe başlattı. Eğer 31.12.1970 günü işe başlatmış olsalardı elime 3 misli daha fazla para geçecekti. Çünkü 01.01.1971 günü 657 Sayılı Personel Kanunu yürürlüğe girmişti. Benim Eylül 970’te işe başlamak üzere müracaatımın yerine getirilmemesi, tayinimin geç yapılması benim üçte bir maaşla işe başlamama neden oldu. Bu arada Türkiye Cumhuriyetine ilk defa 657 sayılı yasa ile tayin olmuş mühendis oldum. Böylelikle memurluk hayatım başlamış oldum.
-Benim göreve başladığım yıl Makine Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) İngilizlerle beraber Kırıkkale Çelik Çekme ve Antalya Pil Fabrikası’nı kuruyordu. MKE’de İngilizce bilen fazla mühendis yoktu. Ben hem tercümanlık hem mühendislik yapıyordum. Aybaşında da bizim yaşlı çaycının ücretinin üçte birini maaş olarak alıyordum. Bu durum beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. O zamana kadar hiç fazla hayal kurmamış, çok fazla bir şey istememiştim. Ama bunca zorluklarla Türkiye’nin en iyi teknik okulunda Makine Mühendisi Eğitimini tamamladıktan sonra, tek başıma kendi karnımı bile doyuramamak beni kahretti ve hemen MKE’deki görevimden istifa ettim. Zamanın Sanayi Bakanı’na durumu bildiren bir mektup yazıp mühendislik mesleğimi terk ettiğimi bildirdim.
-ODTÜ’lü genç mühendis o zaman bu yasanın aksayan yönlerini bizzat yaşayarak görmüş. Büyük bir yurttaşlık örneği göstererek dönemin Sanayi Bakanı’na yasayı eleştiren bir de mektup yazmış. Sosyal Demokrat olan bu genç mühendis acaba 1980 İhtilâli’nin nedenlerinden birinin bu yasa olduğunu o zaman görebilmiş miydi, acaba? Demek ki ilgili bakana bir mektup yazarak yasayı eleştiren bir vatanseverlik görevi yapmış. İşten ayrıldıktan sonra bana ne diyebilirdi. Dememiş, uyarısını yapmış ama devleti yönetenler bu önemli aksaklığı algılayamamışlar ya da baskı güçlerine boyun eğmişlerdir. Çünkü 1980 İhtilâli’nin lideri Sayın Kenan Evren, ihtilâlin yapıldığı ilk günlerden anayasa oylamasına kadar geçen sürede bu çarpıklığı çok iyi değerlendirmiş. Meydanlarda basın yayın organlarında sürekli olarak işlemiş ve bırakınız bir işçi liderini sendikalı bir işçi’nin, en yüksek düzeyde maaş alan müsteşardan ve genel müdürden çok fazla daha ücret aldığını söyleyerek İhtilâlcilerden yana kamuoyu oluşturmuştur.
O küçük kentlerde büyük sayılan ama büyük kentlerde de küçük sayılan bir memurun çocuğu idi. Türkiye’nin en büyük bir kurumunda mühendis olarak işe başlamıştı. Önü de açıktı, dil biliyordu, yükselip zirveye ulaşma şansı çok yüksekti. Öğrencilik yıllarındaki turist rehberliğindeki başarısı ona büyük bir öz güven sağlamıştı. Bu öz güvenin sonucunu ders vermek sureti ile kazandığı paralar, onu ayakta tutmayı ve iyi para kazanmanın ipuçlarını vermişti. Devletteki uygulamanın mantığı ile kendi mantığı uyuşmadı. Memuriyeti beğenmedi ve istifa etti ve o güzelim mesleği de terk etti. Bu belki de bu davranış biçimi bir ODTÜ’ lülünün mevcut düzene karşı en sert bir protestosuydu.
YAŞAR BEY’İN GİRİŞİMCİLİĞİ
(3.Bölüm)
Yaşar Bey MKE’ den istifa ettikten sonraki durumu şöyle özetler: “ O zaman nişanlı idim. Nişanlım talebe idi. Yalnız ben çalışarak evlenebileceğimiz aşikârdı. En az sermaye ile yapabileceğim tek iş ya işportacılık ya da bir firmada çalışmaktı. Devlet çok düşük ücretle eleman çalıştırınca özel sektörde de ücretler bir hayli azalmıştı. Ben de seyyar satıcılığın bir sonraki aşaması olan esnaflığı tercih ettim. Ders verdiğim yıllardan kalma biraz birikimim vardı. Onunla Ankara’da bir ara sokakta 14 metre karelik bir dükkân kiralayıp, içine tahtadan raf yapıp bir kitapçı dükkânı açtım. Bu benim karar vermemde çok zorlandığım mesleğimi terk ettiğim, sıradan herhangi birisinin yapabileceği bir işe başlamak için verilen çok zor bir karardı. Ama iyi ki o kararı vermişim. Tanrıya binlerce şükretmeliyim beni böyle bir karar almaya yönlendirdiği için. Tabi ki bu işte hiç kolay olmadı. Az sermaye ile iş yapmak kolay değil. Borç alacak kimsem yok. Ticareti de bilmiyorum. Ailemizde de ticaret yapmış kimse yok.”
Yaşar Bey, memurluktan istifa ettikten sonra ki durumunu anlatınca insan bayağı duygulanıyor. Geçmişe gidiyor, öğrencilik yıllarını hatırlıyor. Ben de Sakarya Lisesi’nde okurken bayramlarda ve yılbaşında PTT önündeki tezgâhımda tebrik satıp harçlığımı çıkarıyordum. Naci KESKİN’i orada tanıdım. Ermenek’te bir iki defa görmüştüm. PTT önündeki satıcılara Adapazarı’nın renkli çekmiş olduğu meşhur Şemsiyeli Park kartpostalını tanıtıyordu. Tam emin olmadığım için Ermenekli olup olmadığını sordum. Ermenekli olduğunu söyledi. Çok sevindim. Tıpkı Refik Halit Karay’ın “Eskici” hikâyesindeki çocuk gibi. Aylardır hiçbir Ermenekli ile konuşma imkânı bulamamıştım. Bırakınız Ermenekliyi Konyalı bile o yıllarda Adapazarı’nda yoktu. Benimle çok ilgilendi. Akşam, misafir olarak geldikleri eve, Rahmetli Osman Taş’ın evine götürdü. Yanında kardeşi Abdullah Keskin ve onun bacanağı olan Devlet Malzeme Ofisinde o yıllarda Muhasebe Müdürü olan Cevat Karadeniz vardı. Adapazarı’na Osman Taş’ı ziyarete gelmişlerdi. Cevat Bey hariç diğerleri Allah’ın rahmetine kavuştular. Cevat Bey şimdi İstanbul’da yaşıyor. ERÇEV’in çok değerli bir mütevellisi. Ölünceye kadar İstanbul’da onlarla hep dost kaldık. Gurbet ellerde hep bizlere bir baba şefkati gösterdiler. Taa liseli yıllardan üniversite yıllarının sonuna kadar olan dönemde bana da çok destek oldular. Bu vesile ileYaşar Alıçlı Bey’in sayesinde Naci ve Abdullah ağabeyleri yâd ettik. Nur içinde yatsınlar.
NOT: Bu bölüme 5,6,7nolu resim ile vesikalık Naci ve Abdullah Keskin kardeşlerin 8 nolu resimleri girecek.
ANKARA’NIN EN BÜYÜK MATBAASI BENİMDİ ( 4. Bölüm)
Edip Yaşar Alıçlı Bey iş hayatındaki başarısını özverili çalışmaya, cesaret ve güvene dayalı olduğunun altını çiziyor ve o günleri şöyle anlatıyor:
“Okulların açıldığı zaman 15 gün süre ile hiç yatakta yatmaz, bir gece Ankara-İstanbul öbür gece İstanbul-Ankara gider gelirim. Bir gün mal ( kitap,kırtasiye vb.) alır ertesi gün satar tekrar mal almak için İstanbul’a giderim. Böylece sermayem biraz artınca yurt dışından kitap ithal etmeye başladım.1970 yılların ikinci yarsında sık sık Türk parası değer kaybedince yaptığım ithal kitap işinden zarar ettim. Bu işte bir yenilik yapma zamanının geldiğini görmüştüm. Yeni bir yayın evi kurdum. Yabancı dilde sattığımız kitapların bazısını Türkçeye tercüme ettirip bu eserlerden lisan bilmeyen öğrencilerin istifade edebileceğini düşündüm. Birçok tıp ve mühendislik kitaplarını tercüme ettirip onları yayınlamaya başladım. Bu tür kitaplarda baskı sayısı çok az idi. Fazla para kazanmak mümkün değildi. Ama yaptığım Türk bilim hayatına büyük bir hizmetti ve beni çok mutlu ediyordu. Böyle bir yayınevini çalıştırmakta ve idame ettirmek de çok zordu. Baskısı tükenen kitapları bastırmak yok satmamak için sürekli takip etmek gerekiyordu. Kitaplarımın baskısını yapan matbaalar bazen çok çabuk basıp malı teslim ederlerken bazen de süresinde vermezler ve beni çok zor duruma sokarlardı. Kötü komşunun insanı mal sahibi yapması misalinde olduğu gibi, Ankara’daki matbaacılar beni matbaacı yaptılar. İlk matbaamı 1982 yılında kurdum. Uzun süre yayıncılığa devam ettim. Matbaacılığı ve yayıncılığı yakından takip ettim. Birçok uluslar arsı fuarlara katıldım. Her iki mesleğin inceliklerini öğrendiğim zaman yayıncılık ve matbaacılığın profesyonelce bir arada yapılamayacağını gördüm. Matbaacılık bana daha cazip geldi ve tüm gücümü matbaacılığa yönlendirdim. Ama matbaacılığın kitap basma ve ciltleme tarafı ile ilgilendim.1990-1995 yılında Ankara’nın her yönü ile en büyük matbaasına sahiptim.”
1995 SONRASI
1995 yılında by pass ameliyatı olunca matbaacılığın farklı bir yönünü yapmaya karar verir Yaşar Bey. Baskı ve cilt makinelerini satar. Bu arada 25 yıllık mesleki bilgi birikimini ve tecrübelerinin tamamını harman ederek, Türkiye’de hiç yapılmayan dışarıdan ülkemize ithal edilen işleri Türkiye’de üretmeye karar verir. Ve şimdiki sahip olduğu tesisi kurup geliştirir.
Daima yenilik peşinde olan SANEM Matbaacılık, bugün aşağıdaki ürün çeşitlerini üretip içi ve dış piyasya vermektedir:
Sayısal Loto Kuponları
Manyetik Bantlı ve Cipli Telefon Kartları
Dantel Kâğıtları
Medikal ve Laboratuvar Kâğıtları
Plastik Tel ve Yay Spiral Üretimi
Hediyelik Çanta ve Çanta Sapı
Kırtasiye Üretimi
Cilt Kapakları Üretimi
2 ve 3 Boyutlu Resimler
Ruloya Yapılan Baskılar
Konvansiyonel Baskı İşleri
Muhtelif Cilt Makineleri
Bugün Yaşar Alıçlı Bey’in sahibi olduğu SANEM Matbaacılık ürettiği ürünlerin % 40’ını ihraç ediyor. İhraç ettiği ülkeler arasında AB’nin sanayi ülkeleri olan Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya başta gelmektedir. Bunlardan başka Orta Doğu ülkelerine özellikle Birleşik Arap Emirliklerine ve İran’a ihracatları vardır.
Yaşar Alıçlı Bey, matbaalarda kitaplarını zamanında bastırıp piyasaya süremediği için zor bir işe karar verir. 1982 yılında ilk basım evini kurar. Buna yukarıda değinmiştik. Bir yıl sonra da 1983 yılında ODTÜ’lü arkadaşları ile parti kurar. Onu siyasete sokan etken de öğrencilik yıllarında ODTÜ’de Sosyal Demokrasi Derneği’ne üye olmasıdır. Yaşar Alıçlı Bey’in politikaya atılış öyküsünü dilerseniz bir sonraki sayıda anlatalım.
YAŞAR ALIÇLI PARTİ KURUYOR
( 5.Bölüm)
-Yanılmıyorsam 1980’li yılların başında biraz da siyasetle ilgilendiniz. Arkadaşlarınızla parti de kurdunuz galiba. Bu iş nasıl oldu? Niçin siyasete başlar başlamaz çok kısa bir zaman sonra siyaseti bıraktınız?
Yayın ve basım hayatında o kadar yoğunluğun içinde ODTÜ’lü arkadaşları ile birlikte parti kurmaya karar veren Yaşar Bey, o günleri şöyle anlatır:
“1983 yılında Prof. Dr. Mehmet KICIMAN beni SODEP’e kurucu olarak davet etti. Ben öğrencilik yıllarımda ODTÜ Sosyal Demokrasi Derneği üyesi idim ve CHP ile ilgileniyordum. Sayın Prof. Dr. Erdal İNÖNÜ’yü de üniversiteden tanıyordum. Benim böyle ulvi bir göreve davet edilmem bana çok haz verdi. Benim veto edilme ihtimalimin düşük olduğu ve uzun zamandır Sosyal Demokrat olarak tanındığım için davet etmişlerdi. Yalnız o zamanki askeri yönetim beni de veto etti. 1982 Anayasası oylanıp kabul edilince askeri yönetimin veto yetkisi kalkmıştı. O zaman Sayın Erdal İNÖNÜ beni tekrar partide görev almaya davet etti. SODEP’in merkez karar ve yürütme kurulu üyesi olarak tekrar göreve başladım. Parti içinde birçok görev aldım. Ama, ben hiçbir zaman profesyonel politikayı düşünmedim. Ben bir süre politika yapsam da sonunda dişimle tırnağımla ortaya getirdiğim işimin başına dönüp ona sahip olmak birinci hedefimdi. Bu durumu dostlarıma anlattığım zaman birçok politikacı inanmadı ve beni kendilerine rakip gördü. Ben ise partinin ilk kurultayına kadar partideki görevimi yaptım ve ilk kurultayda bu görevi profesyonel politikacılara bırakıp işimin başına döndüm. Eğer biraz daha politika yapmaya devam etseydim işimi ve gücümü kaybedeceğim aşikârdı. Profesyonel politikacılığım 6-7 ay sürdü. Ama Sosyal Demokrat politikalarının en azından 40 yıldır destekçiliğini ve amatör olarak mücadelesini veriyorum.”
İnanmış bir Sosyal Demokrat olan Yaşar Alıçlı Bey’in demokrasi kurallarının tam işlemediği bir dönemde dostları vasıtası ile siyasete girmesi onun için bir deneme oldu. Bu deneme belki de ona işine daha fazla sarılmanın ve olanda başarılı olmanın daha iyi olacağı düşüncesini verdi. İşine sıkı sıkıya sarılarak iş hacmini büyüttü. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi 1990’lı yıllarda Ankara’nın en büyük matbaasına sahip oldu. Artık o kararlı bir iş adamı idi. Artık bu alanda ilerleyerek kafasındaki bazı düşünceleri kendi imkanları ile gerçekleştirmeyi planlıyordu. Belki de parti deneyiminde kafasındaki idealleri gerçekleştiremeyeceğini gördü de kısa bir zaman sonra partiden isabetli bir karar vererek ayrıldı.
YAŞAR BEY’İN HUZUREVİ PROJESİ VE YAŞANAN HAYAL KIRIKLIĞI
(6.Bölüm)
Kendilerine babası adına bir hayır kurumu yaptırma fikrinin ne zaman oluştuğunu sordum. Bu tesisi yani Ali Rıza ALIÇLI Rehabilitasyon Merkezi’nin beyninizdeki oluşum süreci ile uygulama aşamasındaki ve uygulamadaki süreci anlatmasını istedim. İşte yanıtı:
“Ermenek, daha ziyade yaşlı Ermeneklilerin yaşadığı bir şehir. Gençler yaban ellere para kazanmaya hayatlarını kurtarmaya gidiyorlar. Ermenek’in iş imkânı yok. Fabrikası yok, çalışacağı bir alan yok. Bu nedenle yaşlı nüfusun bir çoğu yoksul, düşkün insanlar. İyice yaşlandıkları zaman bakım ve ihtimama ihtiyaçları var. Ben bu gerçeği görmüş ve gerçekten bir şeyler yapılması gerektiğini hep düşünmüştüm. Rahmetli babam ölmeden önce şimdiki Rehabilitasyoın Merkezi’nin arsasını bir hayır işine vermemizi vasiyet etmişti.
1994 yılında zamanın Belediye Başkanı Uğur SEVİMLİ bana gelip Belediye ile beraber bir hayır işleri önermişti. Ben de kendisine yaşlılar için bizim arsanın üzerine bir “huzurevi” yapmayı önermiştim. Böylece biz bu binayı Sağlık Köşkü (Huzurevi) olarak yapmaya başladık. Bir çok badireden sonra bu bina tamamlandı. Belediye bu tesisi çalıştıramayacağını bu iş için para gerektiğini bana bildirdikleri zaman ne yapacağımı çok şaşırdım. Daha sonra bir hayır kurumu olarak yaptırdığım bu binayı işletme sorunu çıkınca, Başbakanlık Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu’na vermeye kalktık. Ülkemizde Sosyal Demokrat geçinen politikacılar bize, ülkede huzurevi veya Rehabilitasyon Merkezine ihtiyaç olmadığını söyleyip bütün kapıları yüzümüze kapattılar. Daha Sonra Sosyal Demokrat Parti tarihe gömülmesinden sonraki sosyal demokrat olmayan parti iktidara gelince bu tesise sahip çıktı. Devamı gelecek sayıda
HUZUR EVİ REHABİLİTASYON MERKEZİ OLUYOR ( 7. Bölüm)
Koyu bir Sosyal Demokrat olan Edip Yaşar ALIÇLI’ nın huzurevi olarak onca emekle yaptırdığı tesise Sosyal Demokrat Hükûmet’ in sıcak bakmaması onu ziyadesi ile üzdü. İnsan nasıl üzülmez ki, kendi arsan üzerinde 1 milyon 300 bin dolar nakit para harca, gelin işletiniz deyiniz ve işletecek kurum bulama... olacak şey değil, ama bu Ermenek’te huzurevi olarak yaptırılan bu tesiste yaşandı... Yaşar Bey sonraki safhayı şöyle anlatır:
“Sosyal Demokrat Parti tarihe gömülmesinden sonraki Sosyal Demokrat olmayan parti iktidara gelince buraya sahip çıktı ve memleketimizin bir çok zihinsel özürlü vatandaşımızın rehabilitasyon edildiği pırıl pırıl bir müesseseye kavuştu. Adı da babamın adı olan “Ali Rıza”ya izafeten ALİ RIZA ALIÇLI ÖZÜRLÜLER REHEABİLİTASYON MERKEZİ oldu. Bu olayları yaşarken ben de böylece çok enteresan bir siyaset dersi almış oldum.”
ALİ RIZA ALIÇLI ÖZÜRLÜLER REHABİLİTASYON MERKEZİ
(8.Bölüm)
-Tesis şimdi nasıl işletiliyor?
- Tesisi şu an,T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler Kurumu işletiyor. Ali Rıza ALIÇLI Rehabilitasyon Merkezi gerçek kapasitesinin üzerinde bir engelli vatandaşımıza hizmet vermektedir. Gerçekten pırıl pırıl örnek bir eğitim kurumu olmuştur. Başbakanlık tarafından işletilen bu tesisin personel ve yönetim giderleri onlar tarafından karşılanıyor. Yaşar Bey’in hiçbir görev ve yetisi yok. Ermenek’te kurulan Ali Rıza ALIÇLI Rehabilitasyon Merkezi Yardımlaşma Derneği tesisin bazı ihtiyaçlarını karşılamak için çaba göstermektedir.
-Ne kadar bir zaman sürecinde tamamlandı ve maliyeti ne oldu?
-İşe başlayalı on iki yıl oldu. Çok sıkıntılı günler geçirdik. Bir çok engelle karşılaştık. Hiçbir şey, bizi bu arzu ve isteğimizden dönderemedi. Tesisin bize bugüne kadar olan maliyeti 1.300.000 ABD dolarıdır. Ermenek’te inşaat yapmak gerçekten çok zor. Her şey Konya’dan gidiyor. Hele bir de kendin işin başında olmazsan maliyeti hızla artıyor. Harcadığımız bu para ile Konya’da bu tesisin aynısından iki tane yapılırdı. Bu müesseseye hizmet eden yardım eden,bilerek ya da bilmeyerek köstek olan herkese çok teşekkür ederim. Özellikle hemşehrimiz Hacı Mehmet SONGUR ve Belediye Başkanımız Uğur SÖZKESEN’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Allah onlardan razı olsun.
-Bugüne kadar geçen zaman sürecinde Ali Rız ALIÇLI Rehabilitasyon Merkezi’nin yapımında, açılmasında ve devir aşamasında sizi üzen bir olay yaşadınız mı?
-Tesisin yapılmasında ve açılmasında bizleri üzen bazı olaylar olmuştu. Fakat bizleri esas üzen şeylerin başında bu merkez için uydurulan yalan haberlerdir. Ben, buraya engel olan ve bizi üzen insanlara hiç kıymadım. Kendi inançlarımızdan ve prensiplerimizden hiç ödün vermedim. Bu olaylar beni olgunlaştırdı ve toplumun bazı kesimlerini daha iyi tanımama neden oldular. Bu nedenle onlara yine teşekkür ediyorum.
-Tesisin hangi aşamasında daha çok mutlu oldunuz?
-Tesisin temelinin atılmasından bugünkü hâline kadar her aşamasında hep mutlu oldum. Mutlu olmasaydım bu işi tamamlayamazdım. Çünkü hiçbir insan mutlu olmadığı hiçbir iş için hem maddi hem manevi imkanlarını seferber etmez. Yalnız bu tesisi şimdiki haliyle değil görmek, uzaktan hayal etmek bile beni çok mutlu ediyor. Çünkü orada en az 50-60 adet zihinsel özürlü insan barınıyor, eğitiliyor ve huzur buluyor. Zihinsel özürlü olmak bu insanların hiçbirinin tercihi değil. Hiçbir kimsenin normal insan olarak doğup da zihinsel özürlü olarak ölmeyeceğine dair bir garantisi yoktur. İnsanoğlunun yaşadığı bir olay, bir sevinç, bir üzüntü onu da zihinsel özürlü yapabiliyor.
-Edip Yaşar ALIÇLI, kafasındaki ilk düşünceyi,projeyi ne oranda gerçekleştirebildi?
-Ben Edip Yaşar ALIÇLI olarak hiçbir büyük şeye sahip olmayı,ele geçirmeyi, çok büyük projeler yapmayı hayal etmedim. Ben yalınız ailemden aldığım bazı değer yargılarını unutmadan elime geçen tüm fırsatları değerlendirdim. Bu fırsatların insanlığa nasıl daha fazla fayda sağlayabileceğini düşündüm ve onları realize etmeye çalıştım. Hiçbir zaman çok yüksek hedeflerim olmadı. Dürüstlüğü, insanlığa hizmeti ve çalışmayı kendime prensip edindim. Tanrıya binlerce şükrediyorum ki, o da bana yol gösterdi ve beni başarılı kıldı.
Tabi ki bu başarılarımın arkasında benden desteğini hiçbir zaman esirgemeyen eşim Ayşe, kızlarım Gizem ve Sanem’inde katkısı çok büyüktür.”
-Ali Rıza ALIÇLI Rehabilitasyon Merkezi’nin işleyişinde, Ermenek halkına ve Ermenek dışındaki Ermeneklilere düşen bir görev var mı? Bu tesisin kaliteli hizmet vermesinde ve yaşatılmasında Ermeneklilerin ne gibi katkıları olabilir?
-Ali Rıza ALIÇLI Rehabilitasyon Merkezi’nin işleyişinde herkese belirli ölçüde görevler düşmektedir. Malumunuz olduğu üzere burayı devlet çalıştırıyor. Devletimizin imkanları sınırlı. Burada kalan engelli kardeşlerimizin birçok maddi ihtiyacını devletimiz karşılıyor. Ama devletimizin onlara tam olarak veremediği tek şey, ilgi ve şefkat Her ne kadar görevli personel onu da vermeye çalışıyorsa da onların gerek Ermenek’te oturan gerek dışarıdaki Ermeneklilerin ilgi ve şefkatine ihtiyaçları var.”
- Yaşar Alıçlı Bey’in dışardan Ermenek’e gelen hemşehrilerimizden ricası; mutlaka bu tesisi ziyaret etmeler ve bu özürlü kardeşlerimizle ilgilenmeleridir.
Bir ricası daha var: Kullanamadıkları erkek giyisilerini, zekât,fitre ve diğer yardımlarını Ermenek Zihinsel Özürlüler Korum Derneği ( TLF: 0338 716 47 13)’ne göndermelerini rica ediyor.
-ERÇEV 25 Şubat 2006 Cumartesi günü yapmış olduğu genel kurulun dilek ve temenniler bölümünde Rehabilitasyon Merkezi’nin ihtiyacı olan bir minibüsü almaya karar verdi. Üyelerinin ortak katkıları ile yapılacak olan bu küçük katkı hakkında ne düşünüyorsunuz?
-ERÇEV Genel Kurulunda alınan bu karar beni çok memnun etti. Zaten ERÇEV yöneticilerinin böyle bir hayırı severek yapacaklarına hiç şüphem yoktu. Çok yakın bir zamanda ERÇEV’in önderliğinde Rehabilitasyon Merkezi bir minibüse sahip olacak ve engelli arkadaşlarımıza daha fazla hizmet etme imkanına kavuşacağız.
-Bu arada şunu da eklemekte yarar var. ERÇEV Genel Kuruluna katılan Ermenek Kaymakamı Sayın Tuncay Akkoyun minibüsün alınması için genel kurulu olumlu olarak etkiledi. Herkes gönlünden kopan bağış yaptı. Yeterli gelmedi. Üzerini tamamlamak yine Sayın Edip Yaşar ALIÇLI’ya düştü.
-Siz birey olarak,SANEM Matbaacılık olarak ERÇEV’e büyük destek veriyorsunuz. 20 öğrencinin bursunu yıllardır karşılıyorsunuz. Kızınız Gizem de babası gibi örnek bir davranış sergileyerek 2 öğrenciye burs veriyor. ERÇEV’i desteklemenizdeki en önemli unsur nedir?
-O mütevazılık yapıp ve ERÇEV’e büyük destek vermediğini söyleyerek düşüncesini şöyle açıklıyor:”
Elimden geldiğince ERÇEV’e hizmet etmek ve ona yardım etmeye gayret ediyorum. ERÇEV çok mümtaz mütevellilerinin ve başarılı yöneticilerinin, dürüstlük timsali bir başkanının katkıları ile gayet başarılı bir müessesedir. Bizlerin desteği ERÇEV’in yaptığı hizmetlerin yanında çok önemsizdir.” diyor ve yine mütevazı bir tavır sergiliyor.
Ermenek’e böyle muhteşem bir sosyal tesis kazandıran Sayın Yaşar ALIÇLI Beyefendi’yi içtenlikle kutlarken üniversite öğrencilerimizin, genç girişimcilerimizin iş yaşamında ve sosyal etkinliklerde, ahlakî değerlerde onu örnek almasını dileriz.
Son olarak Ermenek’e atanır atanmaz tesise sahip çıkan hizmetin görülmesinde, HİZMET KALİTESİNİN yükselmesi için çaba sarf eden Ermenek Kaymakamı Sayın Tuncay AKKOYUN Beyefendi’ye de duyarlılığından dolayı teşekkür ederiz.
16.03.2006
Hasan ŞİMŞEK