AHMET TUFAN ŞENTÜRK’Ü ANARKEN

AHMET TUFAN ŞENTÜRK’Ü ANARKEN

HASAN ŞİMŞEK’İN KONUŞMA METNİ

Değerli konuklarımız,

Bugün 10 Mayıs 2006 saat 11.00 , geçen yıl bugün yöremizin yetiştirmiş olduğu en büyük şairlerden biri olan Ahmet Tufan ŞENTÜRK’ü burada, köyünde Esentepe’de toprağa verdik. O 9 Mayıs 2005 Pazartesi saat 14.30’da Ankara’da vefat etti. Yakınları ve sevenleri isabetli bir kararla cenazesini buraya, doğduğu köy olan Esentepe’ye getirerek bu mezarlığa koydular. O şimdi Esentepelilere daha çok yakın. Artık yalnız değil, hiçbir zaman kopamadığı, koparılamadığı köyünde ölüleri ile dirileri ile birlikte iç içe yatıyor, yaşıyor. Ruhu şad olsun.

Değerli konuklarımız,

Biz ERÇEV olarak her yıl Dil Bayramı etkinlikleri çerçevesinde Ermenek’e geliyor ve Balkusan’daki törenlere katılıyoruz. Amacımız etkinliklere destek vermek, yöremizin tanıtılmasına katkı sağlamaktır. Biliyorsunuz Balkusan’da yatan Karaman Bey’in oğlu Mehmet Bey’dir. Karamanoğlu Mehmet Bey, Türk dili ile ilgili çıkarmış olduğu meşhur  fermanı “Bugünden sonra divanda, dergahta, bargahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır. 13.05.1277 ” kararı siyasi bir karardır. Yönetimle ilgili bir karardır. Bilinçli bir karardır. Çünkü bu yörede yaşayan aşiretlerin dili Selçuklu Sarayı’ndaki gibi ne Farsça’dır, ne de medrese dili olan Arapça’dır. Ne de yerli halkın bir kısmının konuştuğu  Rumca’dır. Öz be öz Türkçe’dir. Nasıl bir Türkçe? Yunus Emre’nin Türkçesi, Karacaoğlan’ın Türkçesi, Fil Ahmet’in, Ali Ağa (Alevi)’nın, Hasan Rüştü ( Kel Şair)’nün ve günümüzde de Ahmet Tufan ŞENTÜRK’ün Türkçesi’dir. İşte yöremizde yetişen çoğunun adlarını dahi bilemediğimiz yüzlerce şair, yazar Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanının alt yapısını doldurmuş, ana dilimiz Türkçenin gelişip yaygınlaşmasına, zenginleşmesine katkı sağlamışlardır. Ahmet Tufan ŞENTÜRK bunlardan biridir, hem de en önemlilerinden biridir. İşte ERÇEV olarak bu nedenle buradayız. Onun büyüklüğünü ve Türk diline olan hizmetini yöreye ve gençlerimize anlatmak için buradayız. Bu amaçla geldik buraya. Anma projemizi Kaymakamımız Sayın Fatih Çobanoğlu’na telefonla anlattığımızda bize hiç tereddüt etmeden  her türlü desteği vereceği sözünü verdi. Bu programı gerçekleştirmemizde büyük katkıları ve destekleri oldu. Huzurunuzda bir defa daha kendilerine teşekkür ederiz.

AHMET TUFAN ŞENTÜRK’ÜN ÖZ GEÇMİŞİ

1924 yılında Karaman’ın Sarıveliler ilçesine bağlı Esentepe (Lamos) Köyünde doğdu. Babasının adı Ali, annesinin adı Fatma’dır.  Fakir bir ailenin çocuğudur. Ailesinin maddi durumunun iyi olmaması nedeniyle okula geç başlamıştır. Ankara’da memur olan Mustafa ağabeyinin yanına okumaya gider. İlkokulu okumak için Ankara’nın Solfasol Köyü ilkokuluna kaydolur ve ilkokulun ilk üç yılını bir yılda tamamlar. Daha sonra Göktepe Kasabası yatılı okuluna kaydolur ve ilkokulu burada tamamlar. Ortaokulu Bilecik’te yatılı olarak okur ve Liseyi de İstanbul’da Haydarpaşa Lisesinde yatılı olarak bitirir. Askerliğini yedek subay olarak tamamladıktan sonra Ankara’da İl Özel İdare Müdürlüğünde memur olarak göreve başlar. 1959 yılında Fahriye hanımla evlenmiştir. Daha sonra Ankara Hukuk Fakültesini de bitiren şair, Özel İdare Emlak ve İstimlak Müdürü iken 1975 yılında emekli olmuştur. 1976 yılında eşi vefat eden A. Tufan ŞENTÜRK Ankara’da Aşağı Ayrancı semtinde ikamet etmekte iken 09.05.2005 tarihinde Ankara’da vefat etmiş, cenazesi doğum yeri olan Sarıveliler İlçesi Esentepe Köyünde toprağa verilmiştir. Çeşitli dergilerde şiirleri yayınlanan şairin başlıca şiir kitapları şunlardır: Şarhoş Dünya, Mustafa Kemal, Allah Versin, Çakır Dikeni, Hepsinden Güzel, Sevgiyle.

Böyle bir başlangıç konuşmasından sonra, ben şairimiz Ahmet Tufan ŞENTÜRK’ün şiirlerinde yöreselliğin önemi ve Türkçemize olan hizmetleri üzerinde duracağım:

O, şiirlerinde köyünü, köylüsünü ve yöreyi anlatırken yörenin dilini kullanmış, sözcükleri yan yana dizerken ve onlara anlam yüklerken hiçbir sansüre tabi tutmamıştır.

BABACIĞIM şiirinde,

Orak nasıl tutulur, tarla nasıl kazılır,

Çarık nasıl gözenir bilirdim de

Yazı nasıl yazılır bilmezdim...

Düven sürerken,harman atarken,

Çeçi bir yana, samanı bir yana ayırınca

Nasıl sevinirdim...

Ablam tozluyu çalkalardı,

Annem dene ayıklardı kenardan,

Sen saman basardın babacığım,

Ben buğday ölçmeyi severdim...

Şairimiz “BABACIĞIM” adlı şiirinin bu bölümünde yöresel kelimelerle harman zamanı, orada olup bitenleri bir fotoğraf makinesinin önümüze koyduğu netlikte gözümüzün önüne getirmeyi hayal dünyamızı netleştirmeyi sözcüklerle başarmıştır. Böyle bir tabloyu, bir fotoğrafı ancak çok usta şairler sözcüklerle ifade edebilir. Harman yerini bir fotoğraf netliğinde şiir dilinde dizelere dökerek  anlatmak için usta şair olmak gerekir. Bu usta da Ahmet Tufan ŞENTÜRK’tür.

Aynı şiirinin devamında,

Üzümü,pekmezi,buğdayı verirdik borca,

Bize arpa,sirke,saman kalırdı.

Yağ yüzü görmezdik bütün kış,

Her gün soframızda aynı yemek,

Tarhana çorbası kınalı ekmek,

Buğday öğünmezdi değirmende,

Zenginler bile arpa ekmeği yerlerdi

Çocukluk yıllarının yoksulluğunu en acımasız bir şekilde,yalın ve anlam yüklü sözcüklerle anlatıyor. Onun çocukluk yılları savaş yılları, yokluk ve kıtlık yıllarıdır. Onun çocukluğunda, aile yaşamında anlattığı yoksulluk, fakirlik hemen hemen her ailenin bölgemizdeki günlük yaşamıdır. Dizelerdeki “Yağ yüzü görmemek, soframızda aynı yemek, tarhana çorbası, kınalı ekmek, arpa ekmeği” gibi yiyecekler yoksulluğun simgeleridir. Fakirlik, fukaralık bu sözcüklerle ancak derinlemesine anlam kazanır. Şairimiz de dizelerinde yoksulluğu, anlatılması mümkün olan en keskin kelimelerle anlatmış. Taşeli yöresi oldum olası fakır bir yöredir. Bu fakir yöreyi ve fakir insanları da şiir dilinde en iyi anlatan şair Ahmet Tufan ŞENTÜRK’tür. “BABACIĞIM” şiirinin bir dizesinde “Babacığım, bari ben okuyayım derdim.” demek suretiyle okumanın yoksulluktan kurtulmanın bir yol olduğu iletisini gençlerimize vermek, şiirlerinde onları okumaya yönlendirmek, büyük şair olmanın ötesinde aynı zamanda bir düşünür olmasından kaynaklanmaktadır.

Ahmet Tufan ŞENTÜRK, yöresel sözcükleri şiirlerinde en iyi kullanan ve ulusal dile armağan eden, günümüz Türkçesindeki  sözcük sayısını artırmada katkı yapan ender şairlerimizden biridir. O yöresel yaşamın zorluklarını anlatan şiirlerinden birinde, “BANA SOR” şiirinde,

Gurbet nedir, hasret nedir,aşk nedir?

Çekmeyen ne bilsin, onu bana sor...

Döğme nedir,yemlik nedir,aş nedir?

Yemeyen ne bilsin onu bana sor...

Çoban oldum,dağda keçi otlattım,

Yarı gün aç, yarı gün tok yattım,

Ben derdimi dağa taşa anlattım

Neler çektim, neler gördüm, bana sor...

Geyecek, hem ahlat, gilik ve arpa

Şalgama, pancara ve sonra turpa,

Keçiler aç susuz, oğlaklar körpe,

Kimler ne yer, ne içerdi, bana sor.

Kışın sıcak külde gilik pişirdim,

Nohut kavurgasını döktüm deşirdim,

Tüfek,taşla uçan kuşu düşürdüm,

Açlık ne, avcılık nedir, bana sor.

(...)

Emmimgilin,dayımgilin peşinde,

Irgatlığa gittim on üç yaşında,

Çökelekli dürme gördüm düşümde,

Yokluk nedir,açlık nedir, bana sor...

Günümüz şair ve yazarlarından ERTAŞ Hocaya hitap ettiği bu şiirinde yöremizde kullanılan “çökelek, dürme, emmi, döğme, yemlik, geyecek, ahlat, gilik, deşirdim...” gibi basit ama o oranda anlam yüklü sözcükleri şiir dilinde kullanarak yaşam öyküsünü anlatması, onun güçlü bir şair olduğunun en belirgin özelliğidir. Diğer yandan da  kıyıda köşede kalmış, unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş yerel sözcükleri cımbızla çeker gibi alıp şiirlerinde kullanması ve kullanılan Türkçeye kazandırması onun dilimize yaptığı en büyük hizmetlerinden biridir.

O, fakirliği, yoksulluğu, yaşamını, köyünü ve köylüsünü şiirlerinde sansürsüz anlatır. Şiirlerinde işlediği konuları anlatırken bir kuyumcu kadar titizdir. Duygularını yalın, anlam yüklü basit sözcüklerle ifade eder. Kelimelere ambargo koymaz, onun dünyasında her sözcük özgür ve anlamlıdır.

ÇOCUKLUĞUM VE ÇOCUKLUK ARKADAŞLARIM” adlı şiirinde

Çaltıdikeni gibi saplandı canevime,

Korku dolu çocukluğum, daha da acı.

(...)

Sonra,çocukluk arkadaşım İsmail geldi,

Süleyman,Mahmut ve Abit geldi.

Beni,bana uzun uzun anlattılar;

Birlikte yemlik toplamışız dağdan,

Soymuk yalamışız,asma yaprağı yemişiz,

Kışın tipide donmuşuz,yazın yanmışız.

(...)

“Sen kendini unuttun, bizi unuttun”

Diye bağırıyorlardı hep bir ağızdan.

Oysa unutmamıştım ne kendimi,ne onları,

Belleğimden silinmedi hiçbir şey,

Böğürtlen üzümü,geven balı, çaltıdikeni,

Gözyaşım,alın terim,el emeğim, ekmeğim,

Unutan kim,değişen nedir, söyleyin?

diye uzayıp giden bu şiirinde çocukluk arkadaşları ile olan vicdani hesaplaşmasını anlatır ve günümüzde pek kullanılmayan ama yöremizde hâlâ geçerliliğini koruyan “çaltıdikeni, canevi, yemlik, soymuk yalamak, asma yaprağı, böğürtlen üzümü, geven balı, sırım yarası...” gibi sözcük ve sözcük gruplarını şiir dilinde kullanarak yazmış olduğu dizelere zenginlik katmış, şiirin temasını güçlendirmiştir. Ayrıca şiirlerinde sıkça kullandığı bu yerel sözcükler dün ile yarın arasında bir kültür bağı oluşturmuştur. Onun Toroslarla ilgili bütün şiirleri folklorik bir anlam ifade eder. Bu anlamda bir kültür köprüsüdür, dünü bugüne ve yarına şiirleri ile bağlamıştır.

O yalnız dünün yöresel şairi değildir, bugünün ve yarının ulusal ve evrensel şairidir. Toroslarda değişen sosyolojik yapı, teknolojik gelişmeler ve ekonomik ve sosyal hayattaki yenilikler, başkalaşım, kısaca, günlük yaşamada “geveninin, giliğin, yemliğin, geveceğin, sırımın, çarığın, çıranın, katıranın, harmanın...” anlam yüklü sözcüklerin günümüzde yok olmaya yüz tutması ve çoğunun ölmesi, ki sözcükler de zamanla ölürler. Şairimizin de şiirlerinin öleceği anlamına gelmez. Geçen yüz yılı anlatan şiirleri yukarıda da ifade ettiğim gibi gelecek yüzyıllara köprü olan, kültür bağı sağlayan folklorik değeri olan şiirlerdir. Onun, yalnız dünün değil bugünün ve yarının da şairi olduğunu bilmemizde yarar var.

“BİZE BİZDEN” şiirinde bunu net olarak görürüz.

Radyoaktivite sardı evreni;

Başladı can deri yeni baştan.

Doğal ürünlerden payımız çok az,

Mekanik konuşur, uzay çağında.

Toprak gerek,ürün kaldırmak için,

Tohum,motor,bilgi gerek

Çok geride kaldı öküz, kara sapan.

İNSANLIK ŞARKISI 11” şiirinde, onun aktüel dünya olayları ile çok yakından ilgilendiğini görüyoruz.

Bir şarkı söyleyelim hep bir ağızdan;

İnsanlıktan, sevgiden, barıştan yana.

Yeter bu acı, gözyaşları bitsin,

Bitsin bu sonu gelmeyen kavgalar,

Bitsin, bu korkular, bu tasalar bitsin.

Bir şarkı söyleyelim hep bir ağızdan;

Çınlasın yeryüzü, denizler, gökler,

Kremlin duysun, Pekin duysun, Pentagon duysun.

O ne kadar öngörülü ki, küreselleşmeyi herkesten önce görmüş ve bu konuda onu evrenselliğe götüren şiirler kaleme almıştır. Üstelik bu şiiri ona Birleşmiş Milletlerden ödül de getirmiştir.

Özetlersek, o yalnız Torosların güçlü yöresel şairi değil, Atatürkçülük, vatan-ulus-bayrak sevgisi, yurt güzellikleri, köy özlemi, aşk, insan-çocuk-doğa sevgisi, barış ve özgürlük  tutkusu, sosyal sorunlar, evrensel olayları şiirlerinde tema olarak işlemiş çok yönlü bir şairdir.

Ahmet Tufan ŞENTÜRK’e göre şiir, kelimelere ruh verebilme sanatıdır. Şiirlerinde herkesin anlayabildiği yalın, arı bir Türkçe kullanmıştır. Sözcükler onun şiirlerinde derinlemesine duygusal noktamızın doruklarına ulaşmıştır. Edebiyat dünyamızda “geven”e bile onun kadar anlam yükleyen, yokluğun, açlığın, susuzluğun, fakirliğin, kıtlığın simgesi olan bu dikenli çalıyı duygu dünyamızla bağdaştıran başka bir şair yoktur. Toroslardaki her bitki, her yaşam tarzı onun dilinde kullandıkları sözcüklerle derinlemesine anlamını bulmuş ve duygusal dünyamızda yerini almıştır.

Kendilerini saygıyla anar, Allah’tan rahmet dilerim. Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür eder, saygılar sunarım.

Hasan ŞİMŞEK

Esentepe, 10 Mayıs 2006