NACİ KESKİN

NACİ KESKİN

( 1921-1987 )

O bir Ermenekli idi. Hem de has bir Ermenekli. Ermenek ’e özgü her şeyi severdi.  Ülkemizin en karanlık dönemlerini  yaşadığı yıllarda doğmuş, yokluğun kıtlığın zirvede olduğu yıllarda üniversite öğrencisi olmuş, yokluğu ve varlığı en uç noktalarına kadar yaşamış bir değerdir Naci Keskin. Onu ilk defa 1964 yılında Adapazarı Postanesi önünde tanıdım. Ondan sonra, ölünceye kadar  bir öğrencisi ve bir hemşehrisi olarak hep yakınında olduk.  Naci Keskin  hareketli,coşkulu, üretken, çevresine ışık saçan  enerji dolu bir insandı.  O, Fransızca öğretmenliği ile mesleğe başlar. Ta öğrencilik yıllarından başlayan başka uğraşı alanları da vardır. Avcılık ve fotoğrafçılık,müzik, spor   gibi. Onun enerji dolu kişiliği hem avcılığı hem öğretmenliği uzun yılar  birlikte götürmüştür. Avcılık onun için bir hobidir. Fotoğraf çekme ise başlangıçta hobi, sonradan profesyonelliğe giden bir  başlangıçtır. Öğretmenlik ise emekliliğine iki yıl kala kurduğu firmanın başında kalması gerektiğini zorlaması sonucu üzülerek ayrılmak zorunda kaldığı bir mesleğiydi. Öğretmenlik mesleğinden işi gereği istifa etmiş de olsa ruhen bu meslekten hiç kopmadı. Öğretmenleri ve öğrencileri hep sevdi ve onlara yakınlık gösterdi. Fotoğrafçılık alanında ise çok başarılı oldu. Aldığı yüksek eğitimin ve avcılığının,   ona verdiği bakış açısının, saatlerce sabırla beklemenin  çektiği fotoğrafların insanları etkilemesinde ve beğeni kazanmasında  mutlaka büyük payı vardır. Onu müteşebbis yapan, bitmez tükenmez sandığımız enerjisi, fotoğraf çekmeyi bir tutku hâline getirmesi ve bu uğraşıdan para kazanacak olmasını taa öğrencilik döneminin her evresinde yaşamış  olmasıdır.  Onun amatörce yaklaşımlarını yavaş yavaş profesyonelliğe dönüştürerek fotoğrafı renkli kartpostala dönüştürerek bu alanda renkli kartpostalda Türkiye genelinde yaygın olarak bir ilke temel atması onun bu alandaki ön görüsünün  ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Aşağıda ayrıntılı olarak değineceğimiz gibi onun azim ve cesareti, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi, kardeşi Abdullah Keskin’in serbest ekonomi anlayışındaki başarısı ile birleşince dünya çapında  bir markanın ( KESKİN COLOR) doğmasına neden olmuştur. KESKİN COLOR bir markadır dedik. Çünkü  Türkiye’de henüz marka bilinci iyice yerleşmeden, ülkemizin beş on ünlü markası arasına  1970’li yıllarda KESKİN COLOR  girmiş ve tanınmış markalar  arasında anılmaya başlamıştı. Kaliteye verdikleri  önem,  ürettiği çeşitli ürünler ve  hitap ettiği kitleler  ister istemez “KESKİN COLOR” markasının tutulup tanınmasında büyük etken olmuştur. Ödünsüz kalitesi, KESKİN COLOR’u reklam vermeden reklamı olan uluslar arası  bir marka hâline getirmiştir.

 

KESKİN COLOR ADI NASIL DOĞDU?

Yukarıda da açıkladığımız gibi Naci Keskin Fransızca öğretmenidir. Fransızca’da “ color ” renk demektir. Kendi soy adı olan “Keskin” i  başa getirerek “keskin renk “ anlamına gelen “KESKİN COLOR  firma adını 1963’te koydu. Burada renk adını yadırgamamak lazım. Zira çektiği manzara resimleri renkli olarak çoğaltmak ve piyasaya bir ürün olarak sürmek o dönemde  bir ilk, bir yenilikti. Gerek insan resimleri olsun, gerek doğa resimleri olsun 1960’lı yılların başlarında Türkiye’ de siyah beyaz olarak üretilirdi. Türkiye’nin tarihi, turistik ve doğa manzaralarını,  fotoğrafçılığın ötesinde renkli baskı tekniği ile matbaada çoğaltarak çok renkli olarak  yapıp piyasaya ürün olarak sunan ilklerden biridir Naci Keskin.

 2007 yılı Naci Keskin’in  ölümünün 20. yılı. ERÇEV 01 Aralık 2007 tarihinde yaptığı olağan genel kurul toplantısında onu anmaya karar verdi. Çeşitli yönleri ile Naci Keskin, yakınları ve dostları, öğrencileri tarafından anılacak. Çeşitli yönleriyle dedik. O, iyi bir arkadaş, iyi bir dost, iyi bir hemşehri.  Bunların ötesinde bir aksiyon adamı, bir lider,bir öncüdür. Naci Keskin’in  yakınları, dostları ve öğrencileri tarafından  ERÇEV’in organizesi ile anılması  bir kadirbilirliktir.

 

NACİ KESKİN KİMDİR?

O, Ermenek eşrafından Muhiddin Hoca ile Şıhana Mehmet Efendi’nin kızı Ayşe Hanım’ın beş çocuğundan biri olup 1921 yılında Ermenek Değirmenlik Mahallesi’nde dünyaya geldi. Diğer kardeşleri : Ağabeyi Terzi Hüsamettin Keskin, Ablası Zehra (Esin)  Hanım, kardeşleri Abdullah Keskin ve Ziraatçi Mehmet Keskin’dir. Bu kardeşlerden bugün hayatta olan yalnız en küçükleri olan Mehmet Keskin’dir. Naci Keskin’in doğduğu yıllar ülkemiz için  hiç de iyi  yıllar değildir. Türkiye’nin seferberlik yıllarıdır. Ülkemizin var ve yok oluş mücadelesini verdiği yıllardır. Düşman Ankara yakınlarına kadar dayanmış, yurdumuzun büyük bir kısmı işgal edilmiş, işgalden kurtulmanın mücadelesini verdiğimiz ve kanın gövdeyi götürdüğü 22 gün 22 gece süren Sakarya Savaşı’nın yapıldığı yıl  Naci Keskin’nin doğum yılıdır. O varlık içinde barışı yaşayan bir dünyada değil, yokluğun,kıtlığın ve var ve yok oluş savaşının sürdüğü bir zamanda dünyaya gelmiş. Böyle bir ortamda doğup okul çağına giren Naci Keskin  ilk okulu Ermenek Merkez İlkokulu’nda okur. Okula başladığı yıl henüz harf inkılabı yapılmış değil. O ikinci sınıfta iken yeni alfabeye ( 1929) geçilir. Orta okulu okuması gerekir. Nerede okuyacak? Nasıl okuyacak? Bunlar düşünülür. Babası Muhittin Hoca  ( 1885 doğumlu) İstanbul’da  Ermenekli

Saffet Hoca’nın himayesinde biraz medrese eğitimi almış elinde imamlık yapabilir diploması (icazet) olan aydın sayılacak bir hocadır. Yokluk yılları olsa da çocuğunu okutmak ister. Ama Ermenek’te orta okul yok. Aile küçük Naci’nin Milas’ta dayısının yanında orta okulu okumasını ister. Milas’taki dayıları Vasfi Bey’in daveti üzerine Naci Keskin Milas’a gönderilir. Vasfi Bey Milas’ın tanınmış ailelerindendir. Babası Hüsamettin Bey Milas’ta belediye başkanlığı yapmış değerli bir şahsiyettir. Naci Keskin orada ortaokulu bitirir. En küçük kardeşi Mehmet Keskin’e göre Keskin Color’un temeli Milas’a kadar iner. Milas’taki orta okul arkadaşları ile birlikte çok sayıda fotoğrafları var. Muhtemelen Milas’ta okurken bir fotoğraf makinesi edinmiş ve arkadaşlarının resimlerini çekmiştir. Bu nedenle fotoğraf çekme merakının orta okul sıralarında başladığı sanılır. Milas’ta lise olmadığından Naci Keskin liseyi Konya’da paralı yatılı olarak okur. Liseli yılları zorluklarla geçer. Ağabeyi Hüsamettin ile aralarında yedi yaş fark vardır. Hüsamettin Keskin

Ermenek’te terziliğin çıraklık aşamasını bitirdikten sonra, elbise kesimi gibi mesleğin hassas ve ince noktalarını öğrenmek için Milas’a gitmiş ve oradan usta olarak Ermenek’e dönmüş ve bir terzi dükkânı açmıştır. O tarihlerde terzilik, daha doğrusu bir meslek sahibi olmak, herkes için altın bir bileziktir. Hüsamettin Bey terzi dükkanını açınca kardeşi Abdullah’ı da yanına alarak terzilik mesleğini öğrenmesinin yolunu açar. Her Ermenekli ailede olduğu gibi Muhittin Hoca ailesinde de kuvvetli bir aile içi dayanışma vardır. İki erkek kardeş terzilik mesleği ile uğraşırken en küçük erkek kardeşleri Mehmet Keskin de okumayı seçer. Zaten o yıllarda Ermenekli gençler ya imkânları ölçüsünde okuyacaklar ya da bir meslek öğrenecekler. Bunlar Ermenekli gençlerin olmazsa olmaz koşullarından biridir. Bir üçüncü seçenek yoktur. Muhittin Hoca  Ailesi kalabalık bir ailedir. Ailenin geçimini baba Muhittin Hoca sağlamaktadır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Muhittin Hoca imamlık yapacak düzeyde dini bilgilere sahiptir. O zamanın modası ile imamlık yapabilen insanlar  kışları özellikle kutsal aylarda hocalık (imamlık) yapmak üzere Mersin, Adana gibi yerlere gedip çalışıyorlar. Muhittin Hoca da belli bir zaman imamlık yapmak için Mersin ve Adana’da çalışır. O yıllarda belli bir imamlık kadrosu yoktur. İhtiyacı olan köyler ve mahalleler dışarıdan kendi imkanları ile  hoca tutarak dini vecibelerini yerine getirmektedirler. Muhittin Hoca imamlık yaptığı yıllarda biriktirmiş olduğu küçük bir parayı sermaye yaparak  Ermenek merkezde bir dükkân açar. İlk zamanları para kazansa da İkinci Dünya Savaşı dönemindeki enflasyon hareketlerine ve sermaye erimesine dayanamaz. Savaş yılarının ekonomiye verdiği tahribat ona da fazlası ile yansır. İki oğlunu da Ermenek dışında okutması Muhittin Hoca’yı bir hayli zorlar.

Naci Keskin, sanat ruhlu bir insandır. Lise yıllarında müzikle ve sporla ilgilenir, mandolin ve keman çalar; voleybol oynar.  Mehmet Çilingir, Mehmet Çınarlı, Kâmil Yaldız, Kâzım Özcan,M. Necati Arpacı, Mazhar Pınar Vehbi Çetin , Ali Rıza Alpaslan Konya Lisesi’nden Ermenekli arkadaşlarıdır. Mehmet Çınarlı “60 Yılın Hikâyesi” adlı kitabında   üç Naci’den biri olarak Naci Keskin ile olan arkadaşlığından söz eder. O, arkadaş canlısı bir insandı. Arkadaşları ile dostları ile sürekli irtibat hâlinde idi. Okul arkadaşları ile ilişkisini yaşamı boyu sürdürdü. Lise yıllarındaki acı ve tatlı anılarını yeri ve zamanı gelince hep anlattı. Lise Müdürü Süleyman Acar’dan hep hayranlıkla söz eder, onun üstün nitelikli yöneticiliğini hep överdi.

İKİNCİ BÖLÜMÜN SONU

 NACİ KESKİN’İN MEDRESE YILLARI ( 3 )

Naci Keskin’in Konya’daki paralı yatılı yıları da ülke genelinde sıkıntılı yıllardır. İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Yokluk, kıtlık, herkesin kapısını çalmaktadır.  Böyle bir ortamda 1940-1941 yılında okumak için  İstanbul’a gelir. Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydını yaptırır. Yurt olarak da Fatih’te bir medreseyi mekan olarak tutar. Fatihte kaldığı bu medrese onun hayatında çok önemli yer tutar. Medrese hayatında,  zor günleri olduğu gibi neşeli,komik,geleceğe yönelik ümit dolu günler de yaşamıştır. Medresede kalmış oldukları odanın bir köşesini fotoğrafhane hâline getirmiş, çektiği resimleri tab ederek Sirkeci Büyük Postane önünde satmasını öğrenmiştir. O fotoğraf çekmeyi bir sanat hâline getirerek İstanbul’un güzel yerlerini objektifinden kâğıda aktaran bir sanatçıdır. Nasıl ki Yahya Kemal  şiir dilinde sözcüklerle İstanbul’u anlatmışsa, Naci Keskin de doğa ile iç içe yaşayarak çoğu insanların göremediği güzellikleri görmüş ve fotoğraflarla İstanbul’un güzelliklerini insanların gözleri önüne sermiştir. Güzel bir  mekânı belgelemek için saatlerce sabırla beklemesi ve istediği sonucu alınca çocuklar gibi sevinmesi onun için çok özel bir duygudur.  O, İstanbul’u seven ve İstanbul’dan etkilenen bir şahsiyettir. Doğa ile baş başa kalmaktan hoşlanır. Hoşlandığı ve etkilendiği  doğa manzaralarını  da fotoğraf makinesi ile belgelemesi, işin ticari yönünün ötesinde onda bir tutkudur. Âdeta bu güzellikleri  gördüm ve belgeledim, siz de görün ve bu manzaraları yaşayınız der gibi sanki. İstanbul’un güzel  manzaralarını, tarihi mekanlarını, kentin doğal dokusunu  objektifine yansıtarak insanlara sunması onun çok özel bir zevkidir.

Fatih Medresesi, o yıllardaki adı  ile Fatih Talebe Yurdu Naci Keskin’in mekanıdır. Kardeşi Abdullah Keskin Davutpaşa Kışlası’nda asker, Mehmet Keskin ise Halkalı Ziraat Okulu’nda öğrencidir. Talih mi desek, kader mi? Siladan uzak bir noktada üç kardeş bir yılı aşkın bir zaman haftada birgün de olsa birlikte olurlar. Kader onları İstanbul’da belirli hedefleri gerçekleştirmek için buluşturur. Tatil günleri Medrese’de buluşurlar. Küçük kardeşler de  fotoğraf çekmeyi öğrenmiştir. Ellerindeki tek fotoğraf makinesi ile  Mehmet Bey öğrenci olduğu  Halkalı Ziraat Okulu’nda, Abdullah Bey askerlik yaptığı Davutpaşa Kışlası’nda , Naci Bey’de İstanbul genelinde fotoğraf çekip günlük harçlıklarını çıkarma mücadelesi vermektedirler. Fatih Talebe Yurdu’nda başka Ermenekli öğrenciler de kalmaktadırlar. Nuri Ünsal, Vehbi Ünsal, Nuri Elmalıbahçe...Yurtta sonradan ünlü olacak başka kişiler de vardır: TBMM Başkanlığı yapan Ferruh Bozbeyli, Burdur Valisi Ömer Naci Bozkurt...

Fatih Öğrenci Yurdu’nun bir özelliği de Kızılay tarafından  öğrencilere sıcak yemek verilmesidir. Yurtta, Kızılay tarafından sıcak yemek verilmesinin büyük ayrıcalıkları ya da avantajları vardır. Zira İkinci Dünya Savaşı’nın en kritik dönemindeyiz. Her şey karneye bağlanmış,yokluk, kıtlık içinde bir dünya ortamında yaşıyoruz. Savaşa girmesek de ülkemizde kıtlığı ve yokluğu her alanda yaşıyoruz. İşte böyle bir ortamda öğrencilere Kızılay tarafından sıcak yemek verilmesi önemsenecek bir durum. İşte yokluk ve kıtlık yıllarında Naci Bey hem okur, hem fotoğraf çeker, hem de ticareti daha doğrusu imalatı öğrenmeye çalışır. Kardeşleri Abdullah ve Mehmet’le iyi bir iş bölümü yaparlar. Namerde muhtaç olmadan çektikleri fotoğrafları çoğaltıp satarak harçlıklarını çıkarırılar. Naci Keskin Fransız Filolojisini bitirince Ankara’ya Atatürk Lisesi’ne öğretmen olarak atanır. Kardeşi Mehmet Halkalı Ziraat mektebini bitirmiş ve Tarım Bakanlığı’na memur olarak atanmıştır. Davutpaşa Kışlası’nda  askerlik yapan diğer kardeşi Abdullah ise Ermenek’e dönmüştür. O terzilik mesleğini ağabeyi Hüsamettin Keskin’den öğrenmiş olsa da artık terzilik yapmaz. Bir anlamda iğne ile kuyu kazmak istemez. Tüccarlığı yeğler. Durmuş Efendi ile birlikte  peynir imalatı yapar ve İstanbul’da satar. Evlenince dayanıklı tüketim maddelerinden “ Anker Dikiş Makinesi” bayiliği yapar. Daha sonra 1953 yıllarında İlhan Gür ile ortak bir kamyon alarak nakliyatçılığa başlar. O dönemde Ermenek’te kamyon sayısı yok denecek kadar azdır. Belediyenin Ermenek 1, Abdullah Keskin-İlhan Gür ortakların DODGE dizel kamyonları Ermenek 2, Ermenek 3 plakalı kamyon da Vehbi ve Cevdet Ünsal kardeşlere aittir. İlhan Gür’ün anlattığına göre, kamyonu İstanbul’dan sıfır olarak alırlar. O zamanlar Ermenek’i   dışarıya vasıta olarak bağlayan tek bir yol vardır. O yol da yayla yolu denilen Yellibel-Bucakkışla istikametinden Karaman’a ulaşan yoldur. Çevre il ve ilçelere bağlanan diğer yollar kervan yollarıdır. Ancak deve,katır,at ile ulaşımı sağlanan patika diyebileceğimiz türden yollardır. Bu yolların çoğu da İç Anadolu’yu Akdeniz’e bağlayan tarihi kervan yollarıdır. Kamyonun Ermenek’e girmesi nakliyatçılığı kolaylaştırmıştır. Artık Konya,Mersin gibi büyük kentlerden ticaret malları katır sırtında değil kamyon ile taşınmaktadır. Ermenk’in ihtiyaç fazlası yetiştirdiği kuru fasulye, nohut erik, kuru üzüm,ceviz içi vb ürünler kamyonlarla büyük tüketim merkezlerine kamyonlarla  gönderilmeye başlanmıştır. Taşeli Yöresi’nin ormanlarından sağlanan keresteler de artık Göksu ile değil 1950’den sonra  kamyonlarla büyük ticaret merkezlerine taşınmaya başlamıştır. Köy yollarının yapılması da ulaşım ağını güçlendirmiş, tarihi ceviz ağaçlarının tomrukları da kamyonlarla taşınır hâle gelmiştir.1950’li yıllarda Ermenek’e tüketim maddeleri olarak sanayi ürünleri, tuz, buğday, un gibi temel gıda maddeleri dışarıdan gelmektedir. 1950 öncesi büyük ölçüde kapalı bir ekonomiye dayanan Ermenek çevresi, kamyonların Ermenek’in hayatına girmesi ile  halk  yeni ürünlerin tüketimi ile tanışmış, çoğu zaman bulunmayan karaborsaya giren mallar artık herkes tarafından tüketilen ucuz mallar kategorisine girmiştir. Tarihe not düşmek adına yazıyorum bu ayrıntıları. Kamyonların geçebileceği yollar açılmadan önce, Ermenek ve çevresindeki ormanlardan sağlanan tomruklar, dağlarda tahtacılara kestirildikten sonra, tomruk hâline getirilir, işçiler kanalı ile sürünerek  ya da yuvarlanarak Göksu çayına indirilir. Silifke’ye kadar tomrukları su taşırdı. Bu taşıma işi bir hayli eziyetli idi. Çay boyu takılan, duran, çöken tomruklar arkasında suda yüzüşünü takip eden işçiler kanalı ile Silifke’ye kadar takip edilirdi. Bise’nin yakınındaki Yerköprü’nün altından geçemeyen tomruklar yukarıdan tomrukların gidişin takip eden işçiler tarafından  sürünerek suyun yüzeye çıktığı yerde tekrar suya verilir ve Silfke’ye kadar tomruk ya da kereste suda taşınırdı. Daha açık bir ifade ile Nadire Çayı’nda suya bırakılan tomruklar suda yüzdürülerek Silifke’de denize yakın yerde tutulurdu. Ucuz ama zahmetli ve riskli bir taşıma yöntemi idi. Riskli dedik bir defasında  Abdi Çilingir  ile Hulusi Göksu’nun Orman İdaresi’nden ihale ile aldıkları çok büyük miktardaki tomruklar taşıma sırasında Silfke’de tutulamaz. Aşırı yağan yağmurların yarattığı sel suları tomrukları Akdeniz’e sürükler. Her iki hemşehrimiz de para değeri çok yüksek kayıplara uğrarlar.

 Abdullah Keskin ile İlhan Gür’ün kamyonla nakliye ortaklığı bir yıl sürer. Ortak oldukları jeep İlhan Gür’de kalır. Kamyonu ise Abdullah Keskin alır. O artık hedefini  çizmiştir. Kayın biraderlerinin ( Sami ve Nuri Soylu) ve bacanağının ( Cevat Karadeniz) bulunduğu yere Ankara’ya taşınır. Ankara’da toptan  un tüccarlığı yapar. Fabrikalardan unu alarak fırınlara satmaktadır ve işi iyidir. Ankara’da da iyi bir çevresi vardır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU

KESKİN COLOR KURULUYOR ( 4 )

Naci Keskin, iyi bir öğretmen, iyi bir avcı iyi bir fotoğraf sanatçısıdır. Ben kendisinden dinlemiştim: Kars’ta öğretmenlik yaptığı dönemlerde  İstanbul’a gelir, İstanbul’un güzel manzaralarının fotoğraflarını çeker, tap edip çoğalttığı manzara resimlerini  Büyük Postane’nin önündeki tebrik kartı satanlara toptan verirmiş. Buradan kazandığı paralar ile evlilik masraflarının çoğunu  çıkarttığını zaman zaman bizlere anlatırdı. Öğretmenlikte en son durak yeri Ermenek midir ? Bilinmez ama Kars’tan Ermenek’e gelir. Ermenek’te birkaç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul Pendik Lisesi’ne Fransızca öğretmeni olarak atanır. Aynı zamanda otoriter bir müdür yardımcısıdır. Zaman zaman kentli şımarık varlıklı aile çocuklarına otoriter kişiliğini hissettirir. Öğretmenler ve öğrenciler tarafından çok sevilir. Lisedeki idareciliği ve öğretmenliği diğer yandan fotoğraf çekimi, baskısı, satış ve dağıtımı tek kişinin yapacağı işlerden değildir. Artık iki karpuz bir koltukta taşınamayacak kadar ağırdır. Siyah beyaz çektiği İstanbul manzaralarını renkli olarak tab edip piyasaya sürmüştür. O tarihlerde renkli manzara resimleri bir yeniliktir. İster istemez renkli resimler tıpkı renkli televizyonlar, renkli sinemalar gibi insanların ilgisini fazlası ile çekmektedir. Çektiği renkli İstanbul manzaralarının tanıtımını PPT önlerindeki tebrik satıcılarına kendisi tanıtmakta ve satıcıları teşvik etmektedir. 1960’lı yılların başında ülkemize gelen turist sayısında az da olsa yıllara göre bir artış grafiği gözlenirken, gelen turistlerin tarihi ve turistik yerlerin manzaralarını talep etmesi ile bu alanda büyük bir tüketim kanalı açılmış oluyordu. Diğer yandan Almanya ve diğer Avrupa ülkelerindeki Türklerin Anadolu’daki yakınlarına gönderdikleri bayram ve yeni yıl kartları ve Anadolu halkının onlara güzel Türkiye kartpostalları ile cevabı Naci Keskin’in işini talep açısından kolaylaştırmıştır. Bir yandan öğretmenlik, diğer yandan kartpostal üretimi, pazarlaması ve satışı yeni çeşitlerin yapımı onu zorlamaktadır. Pendik Lisesi’ndeki görevi sırasında; Bostancı’daki evinin merdiven boşluğunu karanlık oda hâline getirmiş İstanbul’un tarihi ve turistik yerlerinin kartpostalını yaparak tüketim merkezleri olan PTT önlerine dağıtımını yaparken talebi karşılayamaz, daha doğrusu işe yetişemez duruma gelmişti. Kendinin bir desteğe bir yardımcıya ihtiyacı vardır. Aklına kardeşi Abdullah Keskin gelir.

ABDULLAH KESKİN DEVREDE

Yukarıda da yazdığımız gibi Abdullah Keskin Ankara’da un tüccarlığı yapmaktadır. İşi de iyidir. Çok sevdiği yakın akrabalarının çoğu da Anakara’dadır. Böyle bir ortamda ağabeyi Naci Keskin’nden işlerin birlikte yapılması için davet alır. İstanbul’da Büyük Postane Caddesi’ndeki Zafer Han’da KESKİN COLOR firmasını kurarlar. Sene 1963’tür. Firmayı kurmadan önce Naci Bey’in üretimini yaptığı kartpostalların toptan satış işini bir Ermeni olan aynı zamanda zarf da üreten Artin Usta diye birisi yapar. Şimdi bile Keskinlerin en küçüğü Mehmet Keskin, Artin (Erçoban) Usta’dan son derecede memnun olduklarını ifade eder, hatta ağabeyleri ile birlikte cenaze merasiminde bile bulunurlar. Naci Keskin’in çektiği İstanbul manzaraları genellikle tarihi ve turistik yerlerdir. Panoramik olanlar da vardır. Bu tür resimler turistlerin tercih ettiği resimlerdir. Çiçek, artist, bebek, aile resimleri gibi kartpostallar yerli halkımızın tercih ederek aldığı resimlerdir.

Zafer Han’daki iki katlı küçük dükkân ihtiyaca cevap vermeyince Ankara Caddesi 98 numarada bulunan ,Tan İş Hanı’ndaki satış mağazasına geçerler. Bu han meşhur TAN Gazetesi’nin basılıp yakıldığı ve makinelerinin kırıldığı handır. Halil Lütfi Dördüncü Kardeşler tarafından yeniden yapılmış ve odaları kiraya verilmiştir. Cadde üzerinde büyükçe ve iyi konumda olan bir dükkân da altlı üstlü Naci ve Abdullah Keskin kardeşler tarafından tutulmuştur. Cadde üzerinde bulunan bu mağazaya geçişleri şirketleşmeyi de beraberinde getirmiş ve KESKİN COLOR LİMİTET ŞİRKETİ’ni kurmuşlardır ( 1966).

KESKİN COLOR’un kurulduğu yıllarda kartpostallar beş renk üzerine basılırdı. Ayrıca arkasında kırmızı renkte dalgalanan Türk bayrağı vardı. Örnek vermemiz gerekirse tüm dünyayı dolaşan  Ayasofya, Sultanahmet, Boğaziçi kartpostallarının arkasında Türk Bayrağı amblemi, Türkiye adı ve İstanbul ve ait olduğu yerin ismi yazılı idi.

1963 yılında KESKİN COLOR firmasının kurulması ile Naci Keskin çevre il ve ilçe merkezlerinin tarihi ve turistik yerlerinin resimlerinin çekilmesine de ağırlık verir. Kent merkezlerindeki satıcılardan, kentlerinin renkli resimlerinin çekilip basılması talepleri vardır. Kentlerin ve tarihi yerlerin fotoğrafları bol bol çekilir ve basılır. Bunlara örnek olarak  Ürgüp-Göreme yöresi, İzmir-Efes, Antalya resimleri turizm ağırlıklı olarak büyük talep patlaması yaratır. Bunları diğer yörelerdeki tarihi ve turistik yerler izler. Üretilen kartpostallar çoğunlukla turistler tarafından tüketilir. Milyonlarca üretilen bu kartpostallar dünyanın en ücra köşesine kadar gider. Verdiği mesaj Türkiye’nin tarihi ve güzelliklerini tanıtan bir mesajdır. Kartın arkasındaki amblem ise dalgalanan Türk Bayrağı ve KESKİN COLOR imzasıdır. Naci Keskin çekmiş olduğu kartpostal resimleri ile hem ülkesinin tarihi ve turistik yerlerini tanıtıyor, hem de  Türk Bayrağı’nı. Öbür taraftan kurum olarak kazançlarından dolayı devletimize küçümsenemeyecek ölçüde ödenen vergiler... Sultanahmet’te posta kutusuna bir turist tarafından verilen KESKİN COLOR markalı bir kartpostal bir hafta sonra Avrupa kentlerinin birinde Londra,Paris, Madrid, Hamburg,Milano,Viyana; Atlantik ötesinde New York,Boston, Montreal, Los Angeles, Buenos Aires’te; Pasifik’teki Avustralya’nın Sydney, ya da Malbourne kentinde görülüyordu. İstanbul çıkışlı her kartpostal’ın dünya insanına Türkiye’yi  güzel yönleri ile tanıtan kalıcı mesajı vardı. Bu mesajın arkasındaki imza Naci Keskin,kurum ise KESKİN COLOR’dur. 1960-1990’lı yıllarda Turizm Bakanlığı’nın  Türkiye’yi en iyi şekilde para harcamadan üstelik de ülkeye döviz kazandıran KESKİN COLOR  firmasını bir belge ile ödüllendirmemesi, ya da o dönemlerin yöneticilerinin böyle ülkesinin tanıtımı  adına yürütülen yüce bir hizmeti değerlendirememeleri,  ülkemize hizmet veren idealist insanlar adına büyük bir talihsizliktir. DEVAM EDECEK

KESKİN COLOR MATBAASI ( 5)

Keskin Color kurulduğu yıllarda, Türkiye’de bir ilk olan renkli kartpostalların basımı, bu işi çok iyi yapabilen bir iki matbaada yapılıyordu. Naci Bey’de başlangıçta kartpostalların basımını başka matbaalarda fason olarak yaptırıyordu. Bu onlar için bir riskti. Bütün birikimleri uzun yıllardır uğraşısı birileri tarafından kolaylıkla kopya edilebilir ve o kadar özen gösterdiği kalite ve emeği boşa gidebilirdi. Bu riski asgariye indirmek için o dönem Türkiye’nin en iyi matbaası olan Güzel Sanatlar Matbaası’nın sahipleri ile  ortak olurlar. Keskin Color Limitet Şirketi diye bir firma kurarlar. Naci ve Abdullah Keskin’in payları % 50’dir. Diğer % 50 hisse Güzel Sanatlar Matbaası mensuplarına aittir. İşletme ve Yönetim, işi geliştirme Keskin Kardeşlerin sorumluluğunda yürür. Sene 1966’dır. Güzel Sanatlar Matbaası’nın sahibi Ali Rıza Baskan Türkiye’ye ilk ofset tekniğin getiren bir kişidir. Herkes Avrupa’ya çocuğunu tıp ve mühendislik okumak için gönderirken o matbaacılık eğitimi için oğlu Ergun Baskan’ı Viyana’ya göndermiştir. 1966 yılında Keskin Color Matbaası güzel Sanatlar Matbaası’ın içinde bir bölüm olarak kurulurken Güzel Sanatlar Matbaası’nın başında Avrupa’da matbaacılık eğitimi almış deneyimli bir Ergun Baskan vardı. Naci ve Abdullah Keskin kardeşler deneyimli, işi bilen, teknolojisi yeni ve dünyadaki baskı tekniklerini takip edebilen ikinci kuşak bir matbaacı aile ile ortak olmuşlardı. Artık kendilerini bir derecede güvenli hissedebilirlerdi. Ellerindeki filmler, kartpostal arşivleri ortak oldukları matbaanın arşivinde idi. Ayrıca teknolojisi yeni bir matbaa ile rekabet edebilecek İstanbul’da matbaa sayısı da yok denecek kadar azdı. Matbaanın yetişmiş iyi bir kadrosu vardı. İşin teknik kısmı Keskin Color Matbaası içinde sevilen sayılan Nazif Yarman Usta’ya teslim edilmişti. İleride matbaayı teknik yönden götürecek ismim de yeğenleri Ahmet Esin’di. Ahmet Esin Ankara’dan yetişmesi için bu amaçla çağrılmıştı. Diğer yeğeni Oğuz Keskin’i de muhasebenin başına getirmişlerdi. Yavaş yavaş Muhittin Hoca’nın çocukları ve torunları İstanbul’da toplanıyordu. Nitekim öyle de oldu. Muhittin hoca dahil bütün çocukları, torunları 1960’lı yıllarda İstanbul’da toplandılar. Ermenek artık onlar için bir özlem kenti oldu.

 Naci Keskin, kartpostal yapmak için çekmiş olduğu diyaların kalitesi ile ne kadar titizlik gösterirse, Nazif Bey de o oranda renk ayırımlarına, renklerin birbirine uyumuna ve diyadaki benzerliğine, kısacası orijinalliğine özen gösterirdi. Abdullah Keskin’de satış mağazasında temsili görev yapar, müşterilerle ilgilenirdi.  Kaliteli mal üretimi KESKİN COLOR’da her zaman birinci derecede önemsenmiştir.  “ KESKİN COLOR” un  sektöründe her zaman zirvede kalmasında kaliteye verilen önem ve eğitimli ve firmayı benimseyen bir personel anlayışının etkileri büyüktür.

TEBRİKLE MESAJLAŞMA

Bundan birkaç yıl öncesine kadar insanlar, yakınlarına , dostlarına, iş yaptıkları müşterilerine dini bayramlarda ve yeni yılda tebrik yazarlardı. Bu tebriklerin en iyisi, en kalitelisi KESKİN COLOR matbaası tarafından yapılır ve satılırdı. Tebriklerde KESKİN COLOR mofif olarak eski Türk motiflerini, minyatürlerini,çinilerini ve tarihi yapılarını kullanırdı. Her yıl en azından yeni  50-100 tane çeşit çıkardı. Her yıl ( yılda üç defa) tebrik yazan firmalar için bu çeşitler ancak yeterli olabiliyordu. Müşteriler mutlaka yeni bir şeyler arıyordu. Bu yeni tebrik ve manzara çeşitlerini artırmak ve müşterinin beğenisin kazanmak sorumluluğu da KESKİN COLOR  Şirketinde Naci Bey’in sorumluluğunda idi. O, bu konularda sürekli beyin jimnastiği yapardı. Yapılması için yeni bir çeşit  bulduğunda çocuklar gibi sevinir,mutlu olurdu. Bu mutluluğunu da çevresine yansıtırdı.

 1960-1970’li yıllarda müzelerin içine girip resim çekmek özel izine tabi idi. Müzelerimizdeki tarihi eserlerin kartpostala aktarılması bayağı bir formaliteden geçerek şekillenirdi. Müzelerdeki objelerin flaşın çıkardığı ışıktan olumsuz olarak etkilenme kaygısı müze yetkililerini hep endişelendirmiştir. Yüz binlerce ziyaretçilerin fotoğraf çekme merakı ve bunu zaman zaman gizlice yapma hobileri dünyanın her tarafında müzecilerin rahatsız olduğu konulardır. Naci Keskin’in müzelerdeki objeleri  çekme ve bu objeleri  kartpostal olarak çoğaltma aslında müzecilerin de hoşuna gideceği bir konu olmalıydı. Amatör fotoğrafçılar gibi bunu gizli saklı yapamazdı. Çeşitli cephe çekimleri, ışık gölge oyunları vs. gibi nedenlerle müzedeki bir objenin çekimi için saatler hatta günleri ayırma gibi bir durum olabilirdi. Kartpostalı yapılacak bir objenin( eşyanın) ya da yerin resimlerinin çok güzel çekilmesi ve herkesin beğenisini kazanması esastı. Onun için müzelerden izin alıp resim çekmek o yıllarda bayağı zordu. Halbuki Turizm Bakanlığı’nın Kartpostal üreten firmalara kolaylık sağlaması gibi bir anlayışı ve takdiri olmalıydı. Ben bu anlayış ve takdire hiç şahit olmadım, duymadım da. Halbuki bu çekimi yapılan resimlerden üretilen kartpostallar, dünyanın her tarafına kartpostal olarak arkasındaki kimliği ile gidiyordu. Örneğin Topkapı Müzesi’ndeki kaşıkçı elmasının fotoğrafından çoğaltılan kartpostaldan kim etkilenmez? Kim bunun büyüsüne kapılmaz?

NACİ KESKİN VE DOLMABAHÇE SARAYI

1856 yılında yapılan Dolmabahçe Sarayı Osmanlı Padişahlarının son dönemde yaşadıkları mekanlardır. Bizim tarihimizde bu Saray’ın çok önemli anlamları vardır. Bir defa muhteşem bir saraydır. Ziyarete belirli günlerde açılmaktadır. Sınırlı sayıda ziyaretçi kabul etmektedir. İçinde fotoğraf çekmek yasaktır. Osmanlıdan kalan sarayların bakımı, yönetimi, sorumluluğu doğrudan TBMM Başkanına aittir. Milli Saraylar dediğimiz bu Saraylar Türk ulusu adına TBMM tarafından yönetilir. 1967 yılına kadar Dolmabahçe’nin iç kısımlarının hiç resmi çekilip renkli kartpostal olarak yapılmamıştır. Naci Bey Maçka’daki evlerine gelip giderken hergün bu sarayın önünden geçer. Sarayın içinin çok muhteşem olduğunu bilir. Avizelerine ve mermer sütunlarına, mobilyasına bayılır ama resmini çekemez. Çektirmezler, yasaktır. Flaş ışıkları kumaşlara vb eşyalara zarar vereceği düşünülmektedir. Ama dünyanın diğer ülkelerindeki saraylara çok az sayıda izin verildiği gibi bunun da içinin çekimi için izin verilebilir.

MEDERESE ARKADAŞI DEVREDE

Geçen bölümlerin birinde Naci Keskin Fakültede okurken, Fatih Medresesi’nde kaldığını ve Ömer Naci Bozkurt ve Ferruh Bozbeyli gibi ilerde üst düzeyde görev alan arkadaşları olduğunu yazmıştım. Kesin tarihini bilmemekle birlikte muhtemelen 1967-1968 yılları olsa gerek Naci Keskin TBMM Başkanı olan Ferruh Bozbeyli’ye Sarayların iç kısımlarının resimlerinin çekimi için izin ister. Bu çekimin kendilerinin iş hayatından çok Saraylara ve ülkemize yararları olacağı noktasında anlaşırlar. Naci Keskin’in TBMM’nde Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli ile görüşmesi kolay olmaz. Araya bürokratik engeller girer. Sonra gerçek kimliğini görevlilere söyler ve gidiniz ve Sayın TBMM Başkanına iletiniz der. Aradan 20-25 yıl gibi bir zaman geçmiş olmasına rağmen Sayın Bozbeyli Naci Bey’i tanır ve makamına  alır. Yanında İlhan Gür de vardır. Bozbeyli’nin makamında bayağı bir hasret giderirler. Doğal olarak çok duygulu anlar da yaşarlar. Bir öğrenci yurdunun köşesinde barınan gariban Anadolu gençlerinden biri TBMM Başkanı olmuş, diğeri de Türkiye’de alanında bir ilk olan prestiji yüksek bir  Firmanın sahibi ve yöneticisi... Sayın Bozbeyli ilgili yerlere gerekli talimatları verir ve Naci Keskin Dolmabahçe’nin içerisinin resimlerini çeker ve arşivini zenginleştirir. İzin alamasa ne olurdu? Hiçbir şey olmazdı. Naci Bey’in  kazancı avcılıkta olduğu gibi ilk avı onun yapmış olması ve yeni bir heyecan yaşamasından öte bir şey değildir. Yaptığı işten haz duyması. TBMM Başkanı Dolmabahçe’nin ve diğer sarayların resimlerinin çekimi iznini vermekle Sarayların tanıtımına daha çok katkı yapmış ve daha çok ziyaretçi gelmesini sağlamıştır. Naci Bey’in Dolmabahçe’de çekip de yayınladığı kartpostallar ve kitaplar, turistleri de yerli halkımızı da büyülemiştir. DEVAMI VAR

KAZANCIN ÇEŞİTLENDİRİLMESİ ( 6 )

1960’lı yılların sonları ve 1970’li yılların başları KESKİN COLOR firmasının çok iyi satış yaptığı dönemlerdir. Alanında tektir. Ülke sanayicilerinin ve birinci sınıf tacirlerin beyninde prestijli bir markadır. Matbaa girdilerini nakit karşılığında  alır. Ürettiği malları da nakit satar. Çek senet o yıllarda KESKİN COLOR’da pek işlemez. Matbaa malzemesi ve kâğıt satan tüm firmalar  KESKİN KOLOR’a mal satmak için yarışır.

Naci Keskin, işin başlangıcından beri kartpostal üretimi için çektiği fotoğraflardan slayt (diyapozitif) üretimi de yapar. Bir poşette 12’lik pozlar halinde üretimi yapılan bu slaytları meraklı ve kültürlü turistler satın alır. Bu alanda da gerek çeşit gerek kalite yönünden KESKİN COLOR’un ürettiği slaytlar 1960-1970’li yıllarda  turistler tarafından aranan bir marka idi. Bu alanda iyi para kazanan Naci ve Abdullah Keskin kardeşler ellerindeki birikimleri başka alanlara yatırmayı planlarlar. Bu amaçla han yapmak üzere Büyük Postane’nin üstünde eski bir iş yerini bir Musevi’den satın alırlar.  650  metre kare olan bu yere 650.000 YTL öderler. O zaman için verilen para  çok iyi bir paradır. İyi para da olsa han yapılacak yerin ticaretin merkezinde olması çevredeki bazı zenginlerin iştahını kabartır. Tapusu mal sahibi Musevi  Avram ve Nesim Dana kardeşler tarafından KESKİNLER’e verilmediğinden-henüz iş kesinleşmediğinden- çevredeki zenginlerden biri pazarlığın bozulup 800.000 YTL teklifle han yapılacak yerin kendilerine satılmasını  ister. Fakat Museviler, kaporanın alındığını ve işin bittiğini söyler ve aradaki fark çok büyük olmasına rağmen yapılan teklifi reddeder. 1971 yılında KESKİN İŞ HANI’nın inşaatının başlaması için plan ve proje üzerinde geniş kapsamlı bir çalışma yürütülür. Yapılacak olan iş hanının projesi ve yapım maliyeti Naci ve Abdullah Keskin kardeşlere ve dostlarına büyük heyecan verir.  Sonradan diğer iş hanlarına örnek teşkil edecek bir plan üzerinde mutabık kalınarak inşaata başlanır. İş Hanı’nın yapılış süreci KESKİN KARDEŞLERİ bir hayli yorar. 1973’te İş Hanı 650 metre kare üzerine  10 kat ve 130 oda olarak tamamlanır ve 1974 yılında odalar amacının dışında kullanılamaz şartıyla tekstilcilere kiraya verilir. 1970’li ve 1980’li yıllar KESKİN HAN’ın bulunduğu yer tekstil sanayinin merkezidir. Naci ve Abdullah Keskin kardeşler artık 50 yaşlarının üzerindedirler. Çalışma tempolarını düşürürler. İşlerin yönetiminde eskisi kadar ağırlıklı bulunmazlar. Daha çok  karar aşamasında işlerin yönetimine müdahale ederler. Çoğunlukla sosyal etkinliklere ve iç ve dış gezilere katılırlar. Dünyayı gezerler, matbaacılık alanındaki yenilikleri takip etmek isterler. 

KESKİN COLOR MATBAASI’INDAKİ HİSSE ORANLARI

Yazımızın önceki bir bölümünde KESKİN COLOR Matbaasının kuruluşunu  anlatırken Naci ve Abdullah Keskin kardeşlerin matbaadaki paylarının  % 50 olduğunu yazmıştık. 1981 yılında Güzel Sanatlar Matbaası kendi hisselerini Naci ve Abdullah Keskin kardeşlere satmak isterler. Güzel Sanatlar yeni yapılanma içindedir. Matbaanın bulunduğu iş hanında tadilat yaparak, tekstilcilere oda oda kiraya verirler. Matbaa yerinin tahliye edilerek kiraya verilmesi Güzel Sanatlar tarafından kâr marjı yüksek zahmetsiz bir getiri olayadır. Kendileri de yeni yaptırmış oldukları Yenibosna’daki matbaa binalarına taşınma hazırlıklarındadır. Güzel Sanatlar Matbaasının bulunduğu binada kiracı olarak bulunan  KESKİN COLOR matbaasında yol ayırımına gelinmiştir. Buradan taşınmak zorunda kalırlar. Keskin Color, Cağaloğlu Başmuhasip Sokakta Ekspres İş Hanı’nda  1983 yılına kadar baskı işlerine devam ederler. 1983 yılına Naci ve Abdullah Keskin kardeşler kendilerine Kadırga’da matbaa için bir apartman satın alırlar. 1995 yılına kadar bu apartmandan bozma binada baskı işlerine devam ederler. 1995 yılında da Güneşli’deki o zamanın şartlarında modern anlayışta yapılan binaya taşınırlar. Modern anlayışta dedik, zira 1980’li yıllarda matbaa üretim olarak turiste ve yerli halka hitap edecek kartpostal ve takvim üretimi yapıyordu. Henüz kırtasiye ürünlerine girmemişti. Bugün 2008’de KESKİN COLOR % 65 kırtasiye ağırlıklı mal üretiyor. Bu nedenle de mevcut kapasite yeterli gelmiyor. Bunu gören ikinci kuşak KESKİN COLOR  Yönetimi,  2007 yılının başında Selimpaşa’da  6300 metre kare bir arsa aldı. Alanında daha büyük bir tesis kurma hazırlığında...

Güzel Sanatlar Matbaası 1982  yılında kendi paylarını Naci ve Abdullah Keskin kardeşlere devretmek ister. Hisselerin % 20’sini Naci ve Abdullah Keskin alır. Kalan % 30’u da Keskinlerin isteği doğrultusunda NET Holding alır. Net Holding’in KESKİN COLOR’daki % 30 hissesi 2001 yılına kadar devam eder. 2001 yılında NET Holding hisselerini iyi bir para ile Naci ve Abdullah Keskin’in varislerine satar. 2008 yılında matbaanın hisselerinin tamamı KESKİN Ailesinin elindedir. Bugün KESKİN COLOR Matbaası’nın yöneticileri ikinci kuşak KESKİNLER’dir. Üçüncü kuşak da matbaada sorumluluk taşıyacak görevler almışlardır. Matbaanın 130-140 çalışanı vardır. Eskiden beri çalışanların önemli bir kısmı Ermenekli’dir. Emekli olan çoğunun çocukları da matbaada çalışmaktadır. Orası darda kalan Ermenekliler için bir iş, bir aş yeridir. Yönetim Kurulu Başkanı ERÇEV’in de başkanı olan Sayın Reşit Keskin’dir. DEVAMI VAR-

10 MART 1987 ( 7 )

10 Mart 1987’den Naci Keskin’in bu dünyadan ayrılışının tarihi. 10 Martta 2008’de  21 yıl olacak. Ölmeden bir hafta önce görmüştüm. Tıpkı 22 yıl önce Adapazarı Postanesi önünde gördüğüm gibi, titiz giyimli, hareketli, enerji dolu, çevresine pozitif enerji veren kişiliği ile duruyordu. Hareketli,canlı, dipdiri bir insandı. Üretkendi, tutumlu idi. Bir ambalaj kâğıdını değişik amaçlar için en azından dört beş defa kullanırdı. Paket çözüldükten sonra kullanılmış olan ipi, ambalaj kâğıdını boş koliyi işlevi bitmiştir diye atanlara, o ipin, kağıdın ve boş kolinin  işlevinin bitmediğini başka paketlerde de kullanılabilineceğini uygulamalı olarak çevresindeki herkese incitmeden  öğretirdi.  Paketlerden çıkan ipleri de defalarca kullanırdı. Onunla yakın mesai yapan insanlar tutum konusunda ondan çok şey öğrenmiştir. En azından ben Hasan Şimşek olarak  bilgisayar çıktıları olan kâğıtların arka yüzünü de kullanmayı adet edindim ve Cağaloğlu’ndaki çoğu insanlara da bu konuda örnek oldum. Naci Bey’in yaşamında israf yoktu. İyi giyinir, iyi yaşar, iyi yer içer ama israfta bulunmazdı. Elindeki malzemeyi en verimli şekilde kullanan ikinci bir insan daha çevremde ben görmedim. Yanındaki insanları önemser ve onlara çok değer verirdi. Belki de Naci Bey, Naci Ağabey, Naci Dayı, Naci Amca  sevgisi insanlara oradan geliyor.

Üniversite okuyan öğrencilere çok yakınlık gösterir, varsa bir sorunları ilgilenir ve çözme yoluna giderdi. Matbaa çalışanları ile de yakından ilgilenir, onların hâl ve hatırını sorardı. Aktif bir kimseydi. Sürekli hareket hâlinde idi. Hiçbir zaman bir yerde uzun müddet kalmazdı. Kafasında sürekli işler vardı. Sabit yerlerdeki iş takiplerini ve yönetimi kardeşi Abdullah Bey yapsa da organize işlerle hep o ilgilenirdi. Çözemediği ya da çözmeye hazır olmadığı problemleri kardeşi Abdullah Bey’e havale eder, “Abdullah’a sorun, Abdullah bilir!” derdi. İki kardeş arasında saygı, sevgi, ve güven tamdı.

En büyük amacı Ermenek’e bir okul yaptırmaktı. Kardeşi Abdullah Keskin ile bu konuda da hemfikirdi. Umarım ikinci kuşak KESKİNLER babalarının arzularını en iyi şekilde kalıcı bir eserle  yerine getireceklerdir. ERÇEV Başkanı Reşit Keskin’in Vakfın Başkanı olması ve ERÇEV’in yükünün büyük bir bölümünü omuzlarında Keskin Ailesi olarak taşımaları babalarının hayallerinin gerçeğe doğru yansıması olsa gerek. Naci Keskin, fırsat buldukça Ermenek’e giderdi. Eskiyi yeniyi, gerçeği hayali, yokluğu ve varlığı orada daha iyi  yaşar ve bundan haz duyardı.

Av arkadaşlarının onun yanında ayrı bir yeri vardı. Nabi Toker rahmetlinin “ Hastahanede Bir Av Rüyası “ adlı Naci Keskin’e ithaf (armağan) ettiği şiirinde,

Abi der seslenir bak “ Naci Keskin”,

Hoca mı, foto mu, avcı mı nesin,

Bilirim her dalda üstadanesin,

Toplanıp resimler çektiriverdik...

Nabi Toker, bir dizede  onun bütün özelliklerini “üstat” lıkla niteler. Üstat sözcüğünün Türkçe karşılığı:Bilim veya sanat dalında üstün bilgisi ve yeteneği olan kimse şeklinde açıklayabiliriz.

Naci Keskin’in insanları sevmesi kadar görüşlerine de önem vermesi ve onların görüşlerini  değerlendirmesi başkaca bir özelliğidir. Çekmiş olduğu aynı yerin birden çok pozlarından hangisinin iyi olduğunu fotoğraftan hiç anlamayan yakınında bulunan insanlara da sorar ve onların düşüncelerini alır, tercihlerindeki nedenlerini en ufak ayrıntısına kadar sorardı. Bu da onun çoğulcu düşünceye, çoğulcu bakışa verdiği önemi göstermesi bakımından anlamlıdır.

10 Mart 1987 soğuk bir kış günü. Sokaklarda 20 cm kar var. Naci Bey’e mezar aranıyor. Uygun bir mezar yeri yok, Küçükyalı’daki aile kabristanında. Devreye eşi Suat Hanım’ın amcasının oğlu  Merkez Komutanı Kıdemli Albay Vural Gür girer ve mezar sorunun çözümüne yardımcı olur. Öleceği önceden hesap edilmediğinden  mezar yeri de alınıp yapılmamış. Umulmadık bir zamanda ölmesi herkese şok etkisi yarattı. Onu yüksek tansiyon götürdü. Bu illet hastalık onda vardı zaman zaman zorlandığında burnu kanardı. Durması da bir hayli zaman alırdı. Rahmetli böyle yakın tarihte öleceğini bilseydi eminim ki kendine güzel bir mezar hazırlardı. Daha ölmeye ve ölüme hazır değildi, aklından bile geçirmiyordu. Kafasında Kardeşi Abdullah Keskin ile birlikte gerçekleştirmeyi düşündüğü hayır projeleri vardı. Ömrü bu projeleri gerçekleştirmeye yetmedi.

Adil ve Muhittin adında iki evladı olan Naci Keskin, 10 Mart 1987 yılında, yüksek tansiyon sonucu beyin kanamsından yaşama veda etti. O karlı ve soğuk havalarda bütün sevenlerini yasa boğdu. Onun ölümü umulmadık bir zamanda beklenmedik bir ölümdü. Mezarı Küçükyalı Mezarlığında’dır. Ruhu şad olsun.

ABDULLAH KESKİN’E GELİNCE

1963 yılında firmayı kurduklarından beri iki kardeş ne yapmışlar, ne üretmişlerse yarı yarıya ortak olmuşlardır. Naci Keskin’in ani ölümü bütün Keskin Ailesi’ni ve çalışanları, hemşehrileri derinden etkiler. Abdullah Keskin de doğal  olarak ortağı ve ağabeyi Naci Keskin’in ölümünden çok etkilenmiştir. KESKİN COLOR markasını tanıtıp yücelten, Matbaanın modernizasyonunu sağlayan, Keskin İş Hanı’nı yaptıran Naci ve Abdullah Keskin kardeşlerdir. Abdullah Bey, gönlü tok bir kimseydi. Bir kızı Hatice Rezan Keskin (Öztaş) ve bir oğlu Reşit Keskin vardı. Oğlu Reşit Keskin’in yetişip başarılı bir iş adamı olması hem amcası Naci Keskin’in hem de baba Abdullah Keskin’in en önemli isteklerinden biriydi. 17 Şubat 1993 yılında İstanbul’da geçirdiği enfarktüs sonucu hakkın rahmetine kavuşan Abdullah Keskin hayata gözlerini yumduğunda 68 yaşında idi. Mezarı Zincirlikuyu Mezarlığındadır. Nur içinde yatsın. Abdullah Keskin ölmeden önce yurt ekonomisine katkı yapan iş yerleri, iyi vergi ödeyen bir kurum, bırakıp gitti ikinci kuşağa. Onlar bunun bilincinde olduklarından babalarından aldıklar işleri daha ileri düzeye taşıyarak yurt ekonomisine katkıları devam etmektedir. ERÇEV’e olan katkıları büyüktür. Hepsi de ERÇEV’in kurucu üyesidir.

Keskin Ailesi, Anadolu’dan çıkıp İstanbul’a yerleşen iş hayatında başarılı olmuş tipik ailelerden biridir. Köklerini hiç unutmadılar. İkinci ve üçüncü nesil de Ermenek sevgisi ile yaşar.

Yaşamımın bir bölümünde büyük  bir yeri olan değerli hocam, ağabeyim Naci ve Abdullah Keskin’i ülkemiz ekonomisine yaptıkları değerli katkılarından dolayı gururla anar, genç nesillere başarılı ve örnek insanları kısmen de olsa tanıtmaya çalıştıysam kendimi mutlu sayarım. 

Hasan ŞİMŞEK

 

TÜRKİYE’Yİ DÜNYAYA TANITAN ERMENEKLİ NACİ KESKİN ( 1921- 1987 )

 

O KESKİN COLOR’un kurucusu şimdi rahmetli, başlangıçta o bir Fransızca öğretmeni, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca Bölümü’nden mezun, Kars’ta, Ermenek’te ve İstanbul Pendik Lisesi’nde öğretmenlik ve yöneticilik yapmıştı. İyi bir avcı, avcı olduğu kadar iyi de bir fotoğrafçı idi.

 

Ele avuca sığmayan hareketli, dinamik, yaratıcı bir özelliği vardı. Ben kendini Adapazarı PTT’si önünde Lisede okuduğum yıllarda bayram tebriği satarken 1964 yılında tesadüfen tanıdım( 1 ). Benimle çok ilgilendi ve İstanbul Pendik Lisesi’ne naklimin yapılmasına vesile oldu. Henüz daha Keskin COLOR firması kurulmamıştı. Çektiği güzel manzaraları ve kentlerin güzel görünümlü yerlerini renkli kartpostal olarak bastırıp satıyordu. Türkiye’de bir ilk olmasa da ilkler içinde önemli bir yere sahip olunca kardeşi Abdullah Keskin ile birlikte şirketleşerek işi büyütme yolunda 1965 yılında önemli bir adım attılar. Sonradan çok önemli bir marka hâline gelen  KESKİN COLOR  Limitet  Şirketini kurdular. Ben bu yazımda Keskin COLOR’dan çok  10 Mart 1987’de 66 yaşında, tam 29 yıl önce   kaybettiğimiz Naci Keskin’i  genç nesillere/Taşeli çocuklarına  tanıtmaya çalışacağım.

 

Naci KESKİN, aktif, hareketli, iş üreten, ürettiği işi başkaları ile paylaşan, eleştiriyi dikkate alan, yaptığı işten haz duyan bir büyüğümüzdü.

 

Yakın ve uzak çevresi ile onun kadar yakından canı gönülden ilgilenen ikinci bir adam tanımadım. Kardeşi Abdullah Keskin ile birlikte kurdukları kartpostal ve turistik kitap üreten matbaalarında çalışanların çoğu yakınları ve Ermenek kökenli insanlardı.

İş hayatında ve özel hayatında coşkusunu sevincini yakınları ile paylaşır ve mutlu olurdu. Onun bulunduğu yerde, coşku, sevinç, güven hiç eksik olmazdı.

 

İş yerinde hiçbir zaman patron olmadı, herkes Naci Ağabey derdi. Herkes onu sayar, severdi. Çalışanları ile bir baba ve evlat gibi mesai yapardı. Samimi idi, insanlara güvenir ve insanlar da ona fazlası ile güvenir ve bağlılık duyardı.

 İsrafı sevmezdi, bir paket kâğıdını ve ipini defalarca başka diğer işlerde de defalarca kullanırdı. Biz onun işteki tutumlu davranışını kendi işimizi kurduktan sonra daha iyi anladık ve biz de aynısını uygulamaya özen gösterdik.

 

Çektiği Ermenek ile ilgili Tekeçatı ve Değirmenlik fotoğraflarından yaptırdığı kartpostalları Türkiye genelinde on binlerin elinde dolaştı. O fotoğrafla ilgili olarak “İş makinede değil, makinenin  arkasındaki adamda” derdi. Güzel bir manzara resmini çekmek için saatlerce, bazen günlerce iyi bir pozisyonu yakalamaya çalışırdı. Aceleci bir yapısı olsa da  fotoğraf çekimi konusunda oldukça sabırlı, metanetli, deneyimli avını bekleyen bir avcı pozisyonunda olurdu.

 

Ermenek’i ve Ermenek’e özgü yemekleri çok severdi, batırmaya dayanamazdı. Batırmaya buz koyarak yemeyi onda görmüştüm.

 

Zaman zaman Ermenek’te avcı arkadaşları ile buluşur ava gittikler de olurdu. Önümüzdeki hafta yazı konusu yaptığımız Dr. Mehmet Sönmez de onlardan biri idi.

 

“KESKİN COLOR” firmasının kartpostallarının ve arka yüzündeki Türk bayrağını simgeleyen amblemi Türkiye’yi bütün dünyaya tanıtmıştır. Naci ve Abdullah Keskin’in ürettiği turistik ürünler ülkemizin tanıtılmasında birinci derecede önemli rol oynamışlardır. Yalnız dışarıda değil içerde de tanıtım ve eğitim materyalleri olarak kartpostallar ve slaytlar okullarda en çok kullanılan araçlar ve gereçler arasında yer almış; güzel yurt köşelerinin tanıtılmasıyla da dış turizme olduğu kadar iç turizme de büyük katkı yapmışlardır. Yurdumuzda ve dış ülkelerde ülkemizin tanıtım konusunda birinci derecede rol oynadığını yazmam abartı değil ciddi boyutta bir gerçektir.

 

Naci Keskin, öğretmenlik hayatında olduğu gibi iş hayatında da iyi bir yönetici idi. Çalışanlar, o iş yerine gelince yapmacık davranışlarda bulunmazlar, aksine onun yaydığı olumlu hava ile daha iyi işe sarılırlar pozitif enerji alırlardı.

 

İşte biz 29 kişi, başta rahmetli  İlhan GÜR’ün gayretli çalışmaları ve çabaları  olmak üzere, ERÇEV’i, Naci ve Abdullah Keskin Kardeşlerin  İş Hanı olarak yaptırmış olduğu “KESKİN HAN” da kurduk. ERÇEV, orda palazlandı ve büyüdü, Vakıf Başkanımız Reşit Keskin kuruluş toplantılarında ve yıllık genel kurul toplantılarında gelen mütevellileri ve üyeleri orada ağırladı. Naci Keskin şimdi mezarından kalkıp gelse yeğeni Reşit KESKİN’in  başında olduğu ERÇEV’in Taşeli  Yöresi’ne verdiği eğitim hizmetlerini görse uçarcasına sevinir ve mutlu olurdu.

 

Biz onu kışın en yoğun yaşandığı ve karın haftalarca kalkmadığı bir İstanbul sabahında 10 Mart 1987’de beklenmedik bir zamanda kaybettik. Bugün ERÇEV varsa mutlaka temelinde Naci ve Abdullah Keskin Kardeşler vardır. Her ikisinin da ruhu şad olsun.

 

27.02.2016 Hasan  ŞİMŞEK

 

NACİ KESKİN’İ ANARKEN

(Kardeşi Mehmet Keskin’in  Konuşması)

 

Ölümünün 21.yılında Naci Keskin, 27.04.2008 tarihinde sevenleri ve öğrencileri tarafından İstanbul Florya’daki  Kosava Et Lokantası’nda yapılan kahvaltılı toplantıda anıldı. Yakınları,  öğrencileri ve sevenleri tarafından Naci Keskin ve kardeşi Abdullah Keskin çeşitli yönleriyle anlatıldı. Ağabeylerinin yaşamından kesitler vererek günün önem ve anlamını anlatan en küçük kardeşleri Mehmet Keskin’in toplantıda yapmış olduğu konuşmayı aşağıya aynen aktarıyoruz.

 

 “ Muhterem Misafirlerimiz,

 

  Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.

 

  Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

 

Sizlere kısaca Keskin Color ve rahmetli kurucuları hakkında bilgiler sunmak istiyorum.

 

Rahmetli Naci Ağabeyim’deki fotoğraf sevgisi ve fotoğraf aşkı; sülalemizden gelmiş değil, olsa olsa, Cenab-ı Allah’ın kendisine lütfu ve ihsanıdır. Böyle bir lütfa mazhar olacak ve ileride Keskin Color doğacaktır.

 

Yıl 1934-1935 Rahmetli ortaokul tahsili için Milas’a gider. Yaz tatilinde Ermenek’e fotoğraf getirirdi. Bu açıdan baktığımızda, Keksin Color’un planı, projesi 1930’lu yıllarda Milas’ta düşünülmüş ve 30 yıl sonra Keskin Color İstanbul’da doğmuştur. Ne mutlu!

 

Yıl 941-1942 rahmetli ağabeyim Naci Keskin üniversite tahsili için İstanbul’a gelir. O yıllar kıtlık yıllarıdır, darlık yıllarıdır. Ekmek karne ile alınır satılır. Bu darlıktan Keskin Ailesi de etkilenir. Dolaysiyle rahmetli ağabeyim paralı bir talebe yurduna giremez, ev kiralayamaz. Para vermeden barınacak bir yer arar. Sonradan barınmak için aradığı yeri bulur. Fatih Talebe Yurduna ( Fatih Medresesi ) yerleşir.

 

Fatih Talebe Yurdu, Fatih Camisi ile Çarşamba pazarı arasında geniş bir avlu etrafında sıralanmış tek katlı bitişik odalardan ibarettir. Bundan 100 yıl önce babamız rahmetli de burada bir müddet barınmış ve imamlık icazeti almıştır. Odalar bomboştur. Sadece elektriği vardır. Suyu, ısıtma teşkilatı, ocağı ve karyolası yoktur. buna rağmen en büyük avantajı , kira ödenmez ve ara sıra Kızılay’dan yemek gelir.

 

Muhteremler, Fatih Talebe Yurdu ( medrese ) deyip geçmeyelim… Ferruh Bozbeyli gibi TBMM Başkanının, Ömer Naci Bozkurt gibi valiyi ve Naci Keskin gibi öğretmen ve fotoğraf sanatçısını barındırmış bir yurttur.

 

Rahmetli, Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi’ne kaydını yaptırır. Sıra İstanbul’u tanımaya gelir. Tarihi eserleri ve tabii güzelliklerine hayran kalır.

 

Bugün, derinden bir ses gelir kulağıma rahmetlinin! Ey Naci Keskin, anladık sen bizleri çok sevdin, bizlere aşık oldun, bizleri temaşa ediyorsun ama yetmez… sadece senin beğenmiş olmaklığın yetmez. Bizi görüntüle ve başkalarına da beğendir, hatta dünyaya tanıt derler. Bu ses rahmetlinin kulaklarında çınlar. Alır eline fotoğraf makinelerini , minarelere çıkar , apartmana çatılarına tırmanır , sarayları, müzeleri dolaşır, Köprü’ye Boğaz’a Koşar ve İstanbul’un tarihi eserleri ile tabii güzelliklerini filme tespit eder.Fotoğrafları çekerken hiç acele etmez. Mesela Köprü’yü çekeceğinde bir tramvayın geçmesin bekler. Boğaz’ ı çekeceğinde, bir vapurun seyir hâlinde olmasına özen gösteriri. Bir dağ manzarası çekeceğinde, zirvede bir bulut kümesinin oluşmasını sabırla bekler. Topkapı Sarayı’nıın kapısını çekeceğinde, gönderde Türk Bayrağımızın olmasını beklemiştir. Böylece bayrak, vatan ve millet sevgisini ispatlamış oluyor.

 

Keskin Color’un kartpostallarının arkasında ve Keskin Color tabelalarında bayrağımız bulunmaktadır.

 

Naci Ağabeyim kartpostalları 1959-1960 yıllarında Sirkeci’deki Zafer Han’da Artin Usta aracılığıyla pazarlar. Talep artınca tek başına işleri takip etmekte zorlanır.1960 yıllarında Ankara’da ticaretle uğraşan Abdullah Ağabeyimleri İstanbul’a çağırır ve çok başarılı bir ortaklık kurarlar. Aslında Naci Keskinsiz Keskin Color, olmayacağı gibi Abdullah Keskin’siz de olamazdı. İşin teknik yönünü Naci Ağabeyim, ticari yönünü de Abdullah Ağabeyim yüklenmişlerdi. Kiracılarla ya ad müşterilerle bir ihtilaf  olduğunda Naci ağabeyim: Abdullah bilir , Abudullah bilir der, kendisini kenara çekerdi. Ticari yönden deneyimli olan Abdullah ağabeyim problemi çözerdi.

Şu anda Keskin Color, rahmetlilerin evlatlarının ve torunlarının idaresinde emin ve bilinçli ellerde,oturmuş olduğu rayında yoluna devam etmektedir.  Bu vesile ile sevgili yeğenlerimi ve Keskin Color’da çalışan bütün personeli tebrik eder, başarılarının devamını dilerim.

 

Sözlerime son verirken, Keskin Ailesi ve Keskin Color kurucuları hakkında içten duygularını yazıya dönüştüren  Hasan Şimşek Bey’e ve bu yazı dizisini türül türül Ermenek kokan Yeşil Ermenek gazetesinde neşreden Mustafa Şenol Bey’e teşekkür eder, hepinizi tekrar saygı ve sevgi ile selamlarım.

 27.04.2008 Mehmet KESKİN.

 

TÜRKİYE’Yİ DÜNYAYA TANITAN MARKA KESKİN KOLOR

 

Keskin Color’un benim hayatımda çok önemli bir yeri vardır. Bu markaya olan bir hayranlık, kurucularına olan bir saygı ve sevgi, günümüzde yönetenlere de bir dostluk bağı ile bağlı olan 50 yıllık bir süreç. Yıl 1965 bir bayram arifesi, Adapazarı PTT’si önü, tebrik kartları satıyorum. Güzel de bir tezgâhım var. ( 1 ) O sırada PTT önünde elinde çanta hayal meyal Ermenek’ten tanıdığım Naci Keskin’i gördüm. Renkli olarak çekmiş olduğu Adapazarı resimlerini tebrik satıcılarına tanıtıyordu. Büyük bir cesaretle kendimi tanıttım ve lise öğrencisi olduğumu söyledim. Gurbette tanıdık bir sima görünce tarifsiz bir sevince kapıldım.  Beni hemen sahiplendi, akşama misafir olarak geldiği Adapazarı Zirai Donatım Şefi olan Osman Taş’ın evine beni de götürdü. Orada şimdi Keskin  Color Yönetim Kurulu Başkanı olan Reşit Keskin’in babası rahmetli Abdullah Keskin ve yakın akrabalarından şimdi emekli olan DMO Genel  Müdürü Cevat Karadeniz ile tanıştım. Bu tanışıklık ve dostluk bugüne kadar devam ederken ben Adapazarı’nda Keskin Color’un iyi bir müşterisi oldum. Naci Keskin Pendik Lisesi Fransızca öğretmeni idi. Benim de İstanbul’a kendi okuluna gelmemi söyledi. Pendik’te kalacak imkânlarım da oluştu ve naklimi oraya aldım. ( 2) Yazları turistlere kartpostal ve slayt satarak kışlık okul ve yaşam  giderlerimi karşılayabiliyordum. Bunları şunun için yazıyorum. Yakından tanıdığım ve bildiğim Keskin Color, kuruluş yıllarında Türk halkına iki önemli şeyi yaptırdı. Birincisi kendi halkımız içinde dost ve akrabalarla  tebrikleşmeyi hızlandırdı ve bunu köylere kadar yayarak gelenekleştirdi. İkinci önemli olan şey ise Türkiye’nin dışarıda tanıtılmasına çok büyük katkı yapması oldu. Naci Keskin ,Türkiye genelinde çekmiş olduğu  tarihi ve turistik yerlerin fotoğraflarını renkli  kartpostallara dönüştürerek turistlere yönelik üretim yapması  ve yabancılar tarafından bunların satın alınarak tüm dünyaya dağılması iletişimin zor olduğu o yıllarda dünya  insanları ile Türkiye arasında büyük tanıtım bağı kurdu. Şurası bir gerçek ki, Keskin Color’un üretmiş olduğu tarihi ve turistik kartpostallar, slaytlar, kitaplar ve haritalar, ülkemizin tanıtılmasında değeri biçilemeyecek kadar önemli işlevi olmuş  ve ülkemize döviz girdisi sağlamıştır.

 

1960’li yılların sonunda  Keskin Color, bayram  tebriklerin yanında daha lüks Türk motifleri  ile işlenmiş kartları basarak büyük firmalara ve orta ölçekteki şirketlere hitap eder olmuştu. Yayınlamış oldukları Türk desen ve motifleri geniş halk yığınları tarafından bilinir ve tanınır olmuştu. 1970 yılının başında Keskin Color, Türkiye’de bir marka kimliğine kavuşmuştu. Ben o yıllarda büyük şirketlere Keskin Color’un ürünlerini pazarlayıp para kazanıyordum. Firmalar bayram tebrikleri ile birlikte müşterilerine gönderecekleri mesajları önemsediklerinden, tebriklerin zamanında doğru ve düzgün gönderilmesi şeklinde endişeleri olduğundan  benim tanıtarak almış olduğum sipariş kartlarının Keskin Color markası olması ve yazılacak mesajların firma tarafından yapılmış olması müşterilere büyük bir güven veriyordu. Ayrıca kendilerine  gönderilen bayram ve yıl başı tebriklerinin arkasında çoğunlukla Keskin  Color markasının olması güvenlerini bir kat daha arttırıyordu. Aynı şey tezgâhlarda ve işportada bayram ve yılbaşı zamanlarında  satılan kartlar için de geçerliydi. 1970’li yıllar Keskin Color’un markalaştığı ve Türk toplumuna şuur altı marka bilinci verdiği bir dönemdir. Bu dönemde Keskin Color yöneticilerinin pek fark etmediği bir şey daha kendiliğinden gelişti. Türkiye’nin her yöresinden çekilen fotoğraflar ve basılan renkli kartpostallar yörenin tanıtılmasında önemli bir ders aracı olarak okullarda kullanılmaya başlamış olması idi. Biyoloji alanında özellikle insan vücudunun tanıtılması konusunda rahmetli Naci Keskin’in yapmış olduğu çalışma tutulsa da diğer kartpostallar kadar pek yaygınlaşmadı. 1980’li yıllarda takvim ve ajanda üretimi büyük hız kazanıp bayilikler verilirken ben başka bir alanda çalışma yapıyordum.1980’li yılların sonunda yazmış olduğum kitapların kapakları en kaliteli biçimde  Keskin Color Matbaası’nda basılıyordu. Yine Keskin Color’un iyi  bir müşterisi olmuştum.

 

Günümüzde tebrik kartlarının yerini cep telefonları ve facebooklarla ile gönderilen mesajlar alınca, kartpostaların işlevi turistik alanda da iç piyasada da oldukça azaldı. Değişime ayak uyduran Keskin Color ikinci ve üçüncü kuşak  yöneticileri 1990’lı yıllarda kırtasiyeye yöneldiler. Artık kırtasiye ve yabancı patenli ürünler üreterek çağa ayak uyduruyorlar.

 

Sonuç olarak,

 

Keskin Color firması, Türkiye’nin içte ve dışta tanıtılmasına özellikle 1960-1970’li yıllarda  kimsenin düşünemeyeceği oranda büyük katkı yaptı. Dileğimiz Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın firmayı en üst seviyede onurlandırmasıdır.

 

Keskin Color’un ürettiği yerel kartpostallar okullarda özellikle turizm ağırlıklı derslerde önemli bir ders aracı olarak kullanıldı, görselliğe öncülük etti.

 

Türk halkının büyük bir kısmı marka bilincini, kartpostallarının arkasındaki Keskin Color markasını okuyarak  belleğine kazıdı. Bugün bilmiyorum ama 1970’li yıllarda Keskin Color ülkemizde adı geçen ilk on marka arasına girecek kadar itibarlı bir marka idi. Bugün dev şirketlerin varlığı ve yabancı şirketlerle evlilik gibi nedenlerle Keskin Color markası sıralamada bir hayli aşağıya düşmüş olsa bile yenilikte, güvende ve kalitede özelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş aksine gelişmiş ve büyümüştür.

 

Keskin Color’un yanı başında  bir komşuları olmam, kurucuları olan rahmetli Naci ve Abdullah Keskin  tarafından öğrencilik yıllarımda desteklenmem ve geçmişte cirosu yüksek bir müşterisi olarak,  50. kuruluş yıllarında aileyi ve çalışanları içtenlikle kutlar, başarılarının devamını dilerim. 22.02.2013. Hasan ŞİMŞEK.

 

1) ŞİMŞEK, Hasan, Köyüm Büyükkarapınar, s.176-77, Keskin Color Matbaası, İst.2010.

 

2) ŞİMŞEK, Hasan, Köyüm Büyükkarapınar, s.241-42, Keskin Color Matbaası, İst. 2010.