KARAMANLI SARI PAŞA ( 1881-1938 ), Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK-ADIM ADIM ÖLÜME YOLCULUĞU
- Detaylar
- Kategori: Köşe Yazılarım
- Yayın tarihi: Pazartesi, 11 Kasım 2019 08:39
- Yazar: hasan-simsek
- Gösterim: 1592
KARAMANLI SARI PAŞA ( 1881-1938 ),
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK-ADIM ADIM ÖLÜME YOLCULUĞU
“Karamanlı Sarı Paşa”, hemşehrimiz tarihçi Ali GÜLER’in Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ hakkında yazdığı ve belgelerle kökünün/ailesinin Karaman’dan Balkanlara gittiğini ispatlayan ve Genel Kurmay tarafından teyit edilen kitabın adıdır. Ali Güler, kitapta Atatürk’ü Sarı Paşa olarak niteler. Biz yazımızda 10 Kasım münasebetiyle, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hastalığının son safhasından ANITKABİR’e olan yolculuğunu özetin özeti olarak okuyuculara şöyle bir hatırlatacağız.
Prof. Dr. Hamza Eroğlu’na göre, Mustafa Kemal ATATÜRK, çocukluk çağlarında sıtmanın dışında bilinen çocuk hastalıklarından başka bir hastalık geçirmemiş, 1911 yılında Kolağası ( kıdemli yüzbaşı )olarak Tarblusgarp’ta (Libya’da) İtalyanlarla savaş sırasında geçirdiği göz hastalığı, iyi bir tedavi görmesine rağmen gözünde hafif bir şaşılık bırakmıştı.(1)
1916 yılında Çanakkale muharebeleri sırasında bir akciğer iltihabı nedeniyle hastalanmış, ateşi yükselmiş görevini Fevzi Paşa’ya bırakarak İstanbul’a dönmüştür.
1918 yılında böbrek ağrılarından dolayı Viyana’da ve Karlsbad kaplıcalarında tedavi görmüş, Mütareke yıllarında İstanbul’da Şişli’de evinde bulunduğu sırada bir süre kulağından da rahatsızlaşmış.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Paşa böbreklerinden tekrar rahatsızlanmış Havza’da kaldığı sürece kaplıca kürlerinden yararlanmıştır.
1921 Ağustosunda Sakarya Meydan Muharebesi sırasında üç kaburga kemiğinin kırılmasına rağmen kısa bir tedaviden sonra Alagözköyü’ndeki karargâhında Sakarya Muharebesini yönetmiş ve orduyu zafere ulaştırmıştır.
Milli Mücadeleyi izleyen dönemlerde, gençliğinden beri alkollü içkilere düşkünlüğü,çok fazla sigara içişi,çok fazla çalışması 1923-1927 yıllarında kalp rahtsızlığı geçirmiş, tedavi bakım etkili olmuş ve birkaç ay sonra da sağlıklı bir görünümle 16 Mayıs 1919 tarihinden beri gitmediği İstanbul’a 1927’de gidebilmiştir.(2)
Amansız hastalığı 1937 yılı başlarında görülmüş. Atatürk’ün hastalığına ilk teşhisi koyan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger olmuştur. 1938 Ocak ayındaki siroz hastalığı teşhisini daha sonra tedavisin devamlı surette yapan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’te aynı teşhisi koymuş. Karaciğerin büyümüş ve sertleşmiş olması Atatürk’ü bir hayli halsiz ve yorgun düşürmüş, Yalova’daki kısa tedavi olumlu sonuç vermeye başlamış, genel durumda hissedilir bir iyileşme kendini göstermişti.
Hastalığının artması üzerine Fransa’dan meşhur karaciğer hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Fissinger (Fisenje) ‘yi Ankara’ya davet edilmiş. Fransız doktor, Prof Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr.Nihat Reşat Belger’in görüşlerine katılmış ve aynı tedaviye devam edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.
Hatay davasının büyük güçlükler göstermesi, hasta olmasına rağmen Mersin ve Adana’ya gitmesi, kızgın güneş altında saatlerce ayakta durarak Türk Ordusu’nu teftiş etmesi onu çok yorgun düşürmüştü. Hatay’ın bağımsızlığını kazandığını görmüş, Türkiye’ye ilhakını göremeden gitmiştir.
Atatürk’ün Savarona yatına geçmesi ile hastalığın ikinci safhası başlamış, ayaklarında hafif şişme , karnında su birikmesi sonucu şişme ve büyüme baş göstermiştir. Hastalık üçüncü safhaya intikal ettiğinde Almanya ve Avusturya’dan getirtilen uzmanlar da hastalığa çare bulamamıştır. Eylül 1938’de su alınması için yapılan müdahale Atatürk’ü ilk komaya sokmuş, son safhasında 36 saat süren bir komadan sonra gözünü açan Atatürk’ün son sorusu:
$1- “Saat kaç? demek olmuştur.
Doktoru Reşad Belger’e göre,”…ilmin emrettiği bütün tedbirlerin ve tedavilerin hiçbirini tatbikten geri kalmadık. Yapılabilecek her şeyi muntazaman yaptık. Ne çare ki hiçbiri etkili olmadı…büyük adam 10 Kasım günü sabahleyin saat dokuzu beş geçe derin bir dalgınlık içinde hayata gözlerini yumdu.” diyecektir.
Cenaze töreni ve sonrası, ANITKABİR’e yolculuk,
10 Kasım 1938’de yayınlanan resmi tebliği Atatürk’ün hayata veda ettiğini bütün acı ve burukluğu ile ilan etti. Ününe layık bir cenaze töreni yapılması için cenazenin bozulmadan korunması işlemini ( tahnit) Gülhane Patalojik Profesörü Dr. Lütfi Aksu ve arkadaşları yaptı.
İlan edilen cenaze törenine göre, tören İstanbul’da ve Ankara’da yapılacak, 16 Kasım -18 Kasım günleri İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda Atatürk’ün ilk defa halk temsilcilerini kabul ettiği salonda , büyük ölünün tabutu katafalka konularak vatandaşların, Atatürk’e son saygı görevi yerine getirilecekti.
19 Kasım 1938’de 12 general tarafından kaldırılarak top arabasına konulan tabut, Dolmabahçe Sarayı’ndan merasimle getirilecek ve tabut Sarayburnu’ndan Yavuz zırhlısına nakledilerek İzmit’e götürülecek, oradan da Trenle Ankara’ya gönderilecekti. Nitekim öyle oldu, cenaze töreni aksamadan uygulandı. Dolmabahçe’den Zafer Torpidosuna alınan tabut , biraz sonra yavuz Zırhlısına aktarılıyor ve oradan İzmit’e doğru yol alıyordu. 101 pare top atarak büyük ölüyü selemlayan Yavuz Zırhlısı İzmit’ten tabutu trene aktarmış ve 19 Kasım akşamı sat 20’de İzmit’ten hareket eden tren bütün yol boyunca, vatandaşların acı dolu gözyaşları ile karşılanmış ve uğurlanmıştır. İstanbul halkı 9 gün 9 gece onun tahnit edilmiş naaşı önünden hıçkıra hıçkıra geçmiştir. (3) Zekeriya Sertel, 19 Kasım günü Dolmabahçe’den Sarayburnu’ndaki Yavuz zırhlısına götürülen katafalta konulan tabutu izlemek için eşi ile birlikte çıktığı Yenicami minarelerinin birindeki şerefeden gözlemlerini şöyle anlatır(4): “Nihayet köprünün Karaköy uçundan cenaze alayı göründü. En önde elinde siyah şapkası ile başı açık yürüyen Celal Bayar, arkasındaki top arabasında Atatürk’ün tabutu. Hemen arkasında tekbir sesleri, matem havası çalan askeri mızıka öğrencileri, gençler ve bir karabulut hâlinde halk yığınları… Aşağıdan ilahi sesleri ve hıçkıırklar yükseilyordu. Bütün millet ağlıyordu.”
20 Kasım 1938’de saat 10’da tren Ankara garına girer,İstanbul’dan bu yana cenazeye Başbakan Celal Bayar eşlik eder, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumurbaşkanı seçilen İsmet İnönü ve beraberlerindekiler, büyük bir saygı ile cenazeyi Ankara Garı’nda karşılarlar.Sonra TBMM ‘ye nakledilen tabutun önünde bütün Ankaralılar göz yaşları ile son görevlerini yapar.
21 Kasım 1938, büyük cenaze töreni, tabutun TBMM’den alınması ile başlamış,Türk ve yabancı askeri birlikler arasından geçerek Etnografya Müzesi’nde hazırlanan geçici kabre yerleştirilmiştir. 22 Kasım 1938, bütün ülkede saat tam 16.00’da herkes olduğu yerde üç dakika kalarak Ulu Ata’mıza son saygı duruşunu yapmıştır.
Daha sonra Türk Milleti Ankara’da onun ölümsüz kişiliğine yakışır bir anıt mezar yaptırdı. 10 Kasım 1953’te Atatürk’ün naaşı, büyük bir törenle Etnografya Müzesi’nden alınarak Anıtkabir’e getirildi. Yurdun dört bir tarafından getirilen topraklar Atatürk’ün naaşının gömülü olduğu özel bölüme konuldu. Atatürk’ün hastalığı ile ilgili olarak Çankaya adlı kitabında Falih Rıfkı Atay şöyle diyecektir:
“O günlerde onun yanında ve ona:
$1- ‘Paşam, söz senin değil, artık benimdir.’
diyecek kişilikte bir doktorun bulunmaması hazin bir talihsizliktir.” diyerek teşhisin önemli belirtiler olmasına rağmen Reşat Belger öncesi, teşhisin geç konduğu ve yanlış tedavi uygulandığı şeklindedir.
Gösterdiği özveriden dolayı Türk Milleti Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e bağlılığını ve minnet duygularını sadece 10 Kasımda değil yıl içinde kutlanan milli bayramlarda ve sair günlerde ANITKABİR’i ziyaret ederek ona olan sevgisi ve minnet duygusunu göstermiş ve göstermeye her geçen yıl daha çok devam edecektir. 09.11.2019 hasan ŞİMŞEK
KAYNAKÇA: 1..Prof. Dr. Hamza Eroğlu , Türk İnkilap Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1982
2.Prof.Dr. Hamza Eroğlu, Türk inkılap Tarihi, s.510, MEB basımevi, İstanbul,1982
3.Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 3,
4.Şimşek, Hasan, Atatürk ve Basın, Yüksek Lisans Tezi. Basıma hazır.