10 KASIMA ACI BİR YOLCULUK

10 KASIMA ACI BİR YOLCULUK

“Karamanlı Sarı Paşa”, tarihçi Ali GÜLER’in Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ hakkında yazdığı ve belgelerle kökünün/ailesinin Karaman’dan Balkanlara gittiğini ispatlayan ve Genel Kurmay tarafından teyit edilen kitabın adıdır.(1) Ali Güler, kitapta Atatürk’ü Sarı Paşa olarak niteler. Nitekim mütareke yıllarında da Saray çevrelerindeki hanımlar tarafından Sarı Paşa olarak konuşulur.

Enver Paşa’nın karısı Naciye Sultan’dan nakledildiğine göre, saray kadınları, M.Kemal Paşa’ya Sarıgül…, Sarı Paşa yakıştırmasını yaparlar. Mustafa Kemal için düşünülen Sultan Hanım, Bayan Fansa’ya göre, Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’dır. Bu evlenmeyi isteyen de Padişah’tır ama Mustafa Kemal oralı olmaz. (2)

Kitabımızın sonunda, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın hastalığının son safhasından ANITKABİR’e olan yolculuğunu özet olarak okuyuculara şöyle bir hatırlatmaya çalışacağız.

Prof. Dr. Hamza Eroğlu’na göre, Mustafa Kemal ATATÜRK, çocukluk çağlarında sıtmanın dışında bilinen çocuk hastalıklarından başka bir hastalık geçirmemiştir. 1911 yılında Kolağası (kıdemli yüzbaşı)olarak Trablusgarp’ta (Libya’da) İtalyanlarla savaş sırasında geçirdiği göz hastalığı, iyi bir tedavi görmesine rağmen gözünde hafif bir şaşılık bırakmıştı.(3)

Yemen Cephesi’nden gelip Libya Cephesi’ne katılan Dr. İbrahim Tali (Öngören) de Mustafa Kemal’in Derne’de gözlerinden rahatsız ve ateşler içinde bulunduğunu, ısrarlar sonucunda menzil hastanesine kaldırılmış olduğunu hatıralarında yazar.

1915’te “ Kayıpların ağır olacağı endişesi ile Anafartalar cephesinde revir teşkilatını kurması için tümen doktorunu yanına alır. Üç gece uyku uyuyamamış, yalnız yorgunluktan değil, bir türlü silkip atamadığı, sürekli bakım isteyen sıtma nöbetlerinden ötürü halsiz düşmüş, avurdu avurduna yapışmış, benzi sararmış, çukura batık gözlerine dalgın bir ifade gelmişti.(4)

Ernst Jaeckh adında bir Alman dostu, Mustafa Kemal’in çok zayıf düşmüş olduğunu görür ve onun çökmüş hâli karşısında dehşete düşer. Buna rağmen, her zamanki gibi zihni iyi işlediğinden muhatabıyla derhal askerlik konularını görüşür.

1916 yılında Çanakkale muharebeleri sırasında bir akciğer iltihabı nedeniyle hastalanmış, ateşi yükselmiş görevini Fevzi Paşa’ya bırakarak İstanbul’a dönmüştür.

1918 yılında böbrek ağrılarından dolayı Viyana’da ve Karlsbad kaplıcalarında tedavi görmüş, Padişah değiştiği için Sadrazamın hemen dön telgrafına karşı dönememiş, Viyana’da Avrupa’yı kırp geçirmekte olan İspanyol Nezlesi’ne yakalanması, onun İstanbul’a dönüşünü geciktirmişti.Mütareke yıllarında İstanbul’da Şişli’de evinde bulunduğu sırada bir süre kulağından da rahatsızlaşmış.

Suriye’den çekilirken yakasını hiç bırakmayan böbrek sancıları Halep’e varışlarından az sonra yatağa düşürür. Ermeni Hastanesinde yatar. Hasta yatağında yerli yöneticiler ve generallerle toplantılar yapar, hastalığa karşı gösterdiği dayanıklılık doktorları şaşırtır.

19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştıktan sonra Mustafa Kemal Paşa böbreklerinden tekrar rahatsızlanmış Havza’da kaldığı sürece kaplıca kürlerinden yararlanmıştır.

General J. G. Harbord, Sivas Kongresi’nin bitiminden bir hafta sonra Mustafa Kemal ile görüşmesi esansında, “Sıtmadan rahatsız ve yorgun olduğunu söyler. Ama 2,5 saatlik bir görüşme süresinde kolaylık ve rahatlıkla konuşarak, düşüncelerini bir mantık süreci içinde öne sürdü.” der.

1921 Ağustosunda Sakarya Meydan Muharebesi sırasında kaburga kemiğinin kırılmasına rağmen kısa bir tedaviden sonra Alagöz Köyü’ndeki karargâhında Sakarya Muharebesini yönetmiş ve orduyu zafere ulaştırmıştır.

Cumhuriyet’in kurulma aşamasındaki dönemde yakın arkadaşları ile uzlaşma çalışmaları ve onları ikna etme çabaları esansında, Gazi bahçesinde dolaşırken bir kalp kriziyle yere yığılır. Kriz hafif geçer ama sonradan Ali Fuat Paşa’ya söylediğine göre, kendisini büsbütün kaybetmiş, sanki öbür dünyaya gidip gelmiş gibi olmuştu.

Milli Mücadeleyi izleyen dönemlerde, gençliğinden beri alkollü içkilere düşkünlüğü,çok fazla sigara içişi,çok fazla çalışması1923-1927 yıllarında kalp rahatsızlığı geçirmesine yol açmıştır. Tedavi bakım etkili olmuş ve birkaç ay sonra da sağlıklı bir görünümle 16 Mayıs 1919 tarihinden beri gitmediği İstanbul’a 1927’de gidebilmiştir.(5)

Dr. Asım Arar’a göre, 1936 Kasımında bir zatürre başlangıcı atlatır. Atatürk’ün ölümüne sebep olan karaciğer hastalığının başlangıcını 1936 aylarında aramakta hata olmadığını yazar.

Amansız hastalığı 1937 yılı başlarında görülmüş. Atatürk’ün hastalığına ilk teşhisi koyan Prof. Dr. Nihat Reşat Belger olmuştur. 1938 Ocak ayındaki siroz hastalığı teşhisini daha sonra tedavisini devamlı surette yapan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’te aynı teşhisi koymuş. Karaciğerin büyümüş ve sertleşmiş olması Atatürk’ü bir hayli halsiz ve yorgun düşürmüştür. Yalova’daki kısa tedavi olumlu sonuç vermeye başlamış, genel durumda hissedilir bir iyileşme kendini göstermişti.

Hastalığının artması üzerine Fransa’dan meşhur karaciğer hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Fissinger (Fisenje) ‘yi Ankara’ya davet edilmiş. Fransız doktor, Prof Neşet Ömer İrdelp ve Prof. Dr.Nihat Reşat Belger’in görüşlerine katılmış ve aynı tedaviye devam edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.

“Atatürk doktorların günlük konsültasyonlarını bir savaş planının tartışılmasına benzetiyor, bu savaşın konusu da kendi canı oluyordu. İnönü’nün de hasta olduğunu, bu yüzden İstanbul’a gelemediğini duyar. Fissinger’den Ankara’ya gidip kendisini muayene etmesini ister. Atatürk’ü uzun süre yalnız bırakmaktan korkan Fissinger, bir gün içinde Ankara’ya gidip gelir.

Dönüşünde İnönü’nün şekerden rahatsız olduğunu, ama ameliyat olmasını uygun görmediğini kendisine söylediğini bildirir. En sonunda Fissinger Paris’e dönmek zorunda kalır. Atatürk kalması için ısrar eder. Fissinger yaverlerinden birine: “ Bir gün daha kalacak olsam, ben onun dediğini yapmaya kalkacağım. Öylesine güçlü bir iradesi var” diyerek yolcu olur.

Hatay davasının büyük güçlükler göstermesi, hasta olmasına rağmen Mersin ve Adana’ya gitmesi, kızgın güneş altında saatlerce ayakta durarak Türk Ordusu’nu teftiş etmesi onu çok yorgun düşürmüştü. Hatay’ın bağımsızlığını kazandığını görmüş, Türkiye’ye ilhakını göremeden yaşama veda etmiştir.

Atatürk’ün Savarona yatına geçmesi ile hastalığın ikinci safhası başlamış, ayaklarında hafif şişme, karnında su birikmesi sonucu şişme ve büyüme baş göstermiştir. Hastalık üçüncü safhaya intikal ettiğinde Almanya ve Avusturya’dan getirtilen uzmanlar da hastalığa çare bulamamıştır. Eylül 1938’de su alınması için yapılan müdahale Atatürk’ü ilk komaya sokmuş, son safhasında 36 saat süren bir komadan sonra gözünü açan Atatürk’ün son sorusu:

-“Saat kaç? demek olmuştur.

Doktoru Reşad Belger’e göre,”…ilmin emrettiği bütün tedbirlerin ve tedavilerin hiçbirini tatbikten geri kalmadık. Yapılabilecek her şeyi muntazaman yaptık. Ne çare ki hiçbiri etkili olmadı… Büyük adam 10 Kasım günü sabahleyin saat dokuzu beş geçe derin bir dalgınlık içinde hayata gözlerini yumdu.” diyecektir. (6 )

(1) Güler Ali, Karamanlı Sarı Paşa, Karaman Belediyesi Kültür Yayınlarıdır. Karaman2008. .

(2) Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam C.I, s.358.

(3) Eroğlu Hamza, Prof. Dr. Türk İnkılap Tarihi, MEB Basımevi, 1982

(4) Lord Kinross, a.g.e. s. 147-148

.(5) Aydemir, Şevket Süreyya, Tek adam, Cilt III,

(6) Şimşek ,Hasan, Bir iletişim Dehası Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK